Mısır Piramitleri / Ali Şeriati
En büyük isteğim Mısır Piramitleri’ni görmekti. Piramitleri gördükten sonra bütün o merakım, hayranlığım ve şevkim aniden kırıldı, o görkemli yapılar gözümde ve gönlümde yıkılıp gitti, hayallerim suya düştü. Medeniyete olan imanımı hemen orada, Nil Nehri’ne saldım, o binlerce yıllık yalanları da Mısır’da esen yellere teslim ettim.
Bu yaz ağustos eylül aylarında Mısır’a ayak atar atmaz hemen dünyanın yedi harikasından biri olan Piramitlere koştum. Hem de burayı görmeye muvaffak olduğum için mutluluk ve heyecan dolu duygular içinde… Kılavuzun peşinden, anlattıklarını kaçırmamak için kulak kesilmiş gidiyorum. Piramitlerin yapısı, tarihi, şaşırtıcılığı, güzellikleri ve sırları!
Şaheserleri gösterdi bana, anlatıyordu: beş bin yıl önce, köleler, ortalama iki ton ağırlığında sekiz yüz milyon adet büyük kaya parçasını Esvan’dan Kahire’ye getirdiler. Bunlardan dünyanın harikaları arasında yer alan altısı küçük, üçü büyük toplam dokuz piramit inşa ettiler!
Beş bin yıl önce, Firavunları ve kraliçeleri içinde defnetmek için sekiz yüz milyon kaya parçasını, dokuz yüz seksen kilometrelik mesafeden Kahire’ye getirdiler, üst üste ördüler ve piramitleri inşa ettiler!
Piramitlerin her birinde, en iç kısımda mezar odasının bulunduğu kısım çok büyük bir kısım olmasına rağmen, sadece altı adet kaya parçasından oluşmaktadır. Bu kayalar da tek parça olup hamdır. Kayaların dördü mezar odasının dört duvarını oluşturmaktadır. Diğer iki parça da odanın taban ve tavanını… Tavanı oluşturan kaya parçasının çap ve ağırlığını tasavvur etmek için bu kayanın cinsinin mermer olduğunu, piramitlerin en tepesine kadar iki tonluk milyonlarca taşın bu tavan üzerinde yükseldiğini ve bu tavanın beş bin yıldır bu ağırlığı kaldırdığını düşünmemiz yeterli olacaktır.
Bu muazzam hadise, bu şaheser karşısında dehşete kapılmıştım ki bir de ne göreyim!400-500 metrelik mesafede birbirine karışmış, üst üste yığılmış kayalar gördüm. Kılavuza sordum: Onlar da ne böyle? Pek önemsemez bir tavırla:’Bir şey değil, bir avuç taş!’ dedi. Dedim ki; bunlar da üst üste örülmüş taşlardır, bunlar da mı önemli değil! Ben onların ne olduğunu bilmek istiyorum. Doğru cevap vermek zoruna gidiyordu. Orayı da görmek istemeyeyim diye beni baştan savmak istediğini anlamıştım. Zira hava çok sıcaktı, yer ise kayalıktı ve oraya giden yol yoktu. Kimsenin oraya gitmediği belliydi.
Fakat hayat tecrübesi bana; kitapalrda, insanlarda, ayetlerde, rivayetlerde, eserlerde, fikirlerde ve daha çok toplumlarda ve tarihte, kısacası her yerde ‘kayıpların’ ve ‘sanıkların’ peşinden gitmem gerektiği öğretilmişti. Zira değerler genellikle az konuşulan, pek söz konusu edilmeyen şeylerle mevcuttu. Çünkü değerler ya gizlenir ya da kötülenirdi.
Piramitleri bıraktım, onlarla ilgili tüm kitaplarda ve dergilerde zaten var olan bilimsel açıklamaları da dinlemedim. Kılavuza dedim ki; ben hiç bir açıklama istemiyorum, sadece oranın ne olduğunu bana söyle, yeter. Dedi ki: ‘Oralar büyük oyuklar ve tüneller gibi yerin derinliğinde açılan ve kilometrelerce uzanan mezarlardır.’ Kimlerin mezarı, diye sordum.‘Bu piramitleri inşa edenlerin mezarları’ diye cevap verdi ve ekledi: ‘Ortalama yüz otuz yıl boyunca her gün bin köle bu muazzam büyüklükteki bu kayaları bin kilometrelik mesafeden buraya taşıyordu. Her gün yüzlerce köle bu ağır yükün altında can veriyordu.’ Kölelik sistemi ‘Şevartnazze’nin deyimiyle tekerleğin ve kaldıracın icat edilmemesine sebep oldu. Zira ucuz kölelerin varlığı onların tekniğe olan ihtiyaçlarını ortadan kaldırıyordu. Evet, bu zalim sistem en ufak bir merhamet duygusu taşımadan kölelerin ezilmiş, parçalanmış cesetlerini çukurlara doldurup yerlerine başkalarını getiriyordu.
En büyük isteğim Mısır Piramitleri’ni görmekti. Piramitleri gördükten sonra bütün o merakım, hayranlığım ve şevkim aniden kırıldı, o görkemli yapılar gözümde ve gönlümde yıkılıp gitti, hayallerim suya düştü. Medeniyete olan imanımı hemen orada, Nil Nehri’ne saldım, o binlerce yıllık yalanları da Mısır’da esen yellere teslim ettim.
Bu yaz ağustos eylül aylarında Mısır’a ayak atar atmaz hemen dünyanın yedi harikasından biri olan Piramitlere koştum. Hem de burayı görmeye muvaffak olduğum için mutluluk ve heyecan dolu duygular içinde… Kılavuzun peşinden, anlattıklarını kaçırmamak için kulak kesilmiş gidiyorum. Piramitlerin yapısı, tarihi, şaşırtıcılığı, güzellikleri ve sırları!
Şaheserleri gösterdi bana, anlatıyordu: beş bin yıl önce, köleler, ortalama iki ton ağırlığında sekiz yüz milyon adet büyük kaya parçasını Esvan’dan Kahire’ye getirdiler. Bunlardan dünyanın harikaları arasında yer alan altısı küçük, üçü büyük toplam dokuz piramit inşa ettiler!
Beş bin yıl önce, Firavunları ve kraliçeleri içinde defnetmek için sekiz yüz milyon kaya parçasını, dokuz yüz seksen kilometrelik mesafeden Kahire’ye getirdiler, üst üste ördüler ve piramitleri inşa ettiler!
Piramitlerin her birinde, en iç kısımda mezar odasının bulunduğu kısım çok büyük bir kısım olmasına rağmen, sadece altı adet kaya parçasından oluşmaktadır. Bu kayalar da tek parça olup hamdır. Kayaların dördü mezar odasının dört duvarını oluşturmaktadır. Diğer iki parça da odanın taban ve tavanını… Tavanı oluşturan kaya parçasının çap ve ağırlığını tasavvur etmek için bu kayanın cinsinin mermer olduğunu, piramitlerin en tepesine kadar iki tonluk milyonlarca taşın bu tavan üzerinde yükseldiğini ve bu tavanın beş bin yıldır bu ağırlığı kaldırdığını düşünmemiz yeterli olacaktır.
Bu muazzam hadise, bu şaheser karşısında dehşete kapılmıştım ki bir de ne göreyim!400-500 metrelik mesafede birbirine karışmış, üst üste yığılmış kayalar gördüm. Kılavuza sordum: Onlar da ne böyle? Pek önemsemez bir tavırla:’Bir şey değil, bir avuç taş!’ dedi. Dedim ki; bunlar da üst üste örülmüş taşlardır, bunlar da mı önemli değil! Ben onların ne olduğunu bilmek istiyorum. Doğru cevap vermek zoruna gidiyordu. Orayı da görmek istemeyeyim diye beni baştan savmak istediğini anlamıştım. Zira hava çok sıcaktı, yer ise kayalıktı ve oraya giden yol yoktu. Kimsenin oraya gitmediği belliydi.
Fakat hayat tecrübesi bana; kitapalrda, insanlarda, ayetlerde, rivayetlerde, eserlerde, fikirlerde ve daha çok toplumlarda ve tarihte, kısacası her yerde ‘kayıpların’ ve ‘sanıkların’ peşinden gitmem gerektiği öğretilmişti. Zira değerler genellikle az konuşulan, pek söz konusu edilmeyen şeylerle mevcuttu. Çünkü değerler ya gizlenir ya da kötülenirdi.
Piramitleri bıraktım, onlarla ilgili tüm kitaplarda ve dergilerde zaten var olan bilimsel açıklamaları da dinlemedim. Kılavuza dedim ki; ben hiç bir açıklama istemiyorum, sadece oranın ne olduğunu bana söyle, yeter. Dedi ki: ‘Oralar büyük oyuklar ve tüneller gibi yerin derinliğinde açılan ve kilometrelerce uzanan mezarlardır.’ Kimlerin mezarı, diye sordum.‘Bu piramitleri inşa edenlerin mezarları’ diye cevap verdi ve ekledi: ‘Ortalama yüz otuz yıl boyunca her gün bin köle bu muazzam büyüklükteki bu kayaları bin kilometrelik mesafeden buraya taşıyordu. Her gün yüzlerce köle bu ağır yükün altında can veriyordu.’ Kölelik sistemi ‘Şevartnazze’nin deyimiyle tekerleğin ve kaldıracın icat edilmemesine sebep oldu. Zira ucuz kölelerin varlığı onların tekniğe olan ihtiyaçlarını ortadan kaldırıyordu. Evet, bu zalim sistem en ufak bir merhamet duygusu taşımadan kölelerin ezilmiş, parçalanmış cesetlerini çukurlara doldurup yerlerine başkalarını getiriyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder