27 Mayıs 2012 Pazar

Gençliğe Hitabe / Necip Fazıl Kısakürek


Devlet ve milletinin 7 asırlık hayatında dört devre... Birincisi iki buçuk asır... Aşk, vecd, fetih ve hakimiyet... İkincisi üç asır... Kaba softa ve ham yobaz elinde sefalet ve hezimet... Üçüncüsü bir asır... Allahın, Kur'ân'ında 'belhüm adal-hayvandan aşağı' dediği cüce taklitçilere ve batı dünyasına esaret... Ya dördüncüsü? .... Son yarım asır! .. İşgâl ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, madde plânında kurtarıldıktan sonra ruh plânında ebedî helâke mahkûmiyet... İşte tarihinde böyle dört devre bulunduğunu gören... Bunları, yükseltici aşk, süründürücü satıhçılık, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... Beşinci devrenin kapısı önünde nur infilâkı yeni bir şafak fışkırışını gözleyen bir gençlik...
Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün 'dikey'leri 'yatay' hale getirecek bir çığlık kopararak 'mukaddes emaneti ne yaptınız? ' diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik...

Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik...

Halka değil, Hakka inanan; meclisinin duvarında 'Hakimiyet Hakkındır' düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik...

Emekçiye 'Benim sana acıdığım ve seni koruduğum kadar sen kendine acıyamaz, kendini koruyamazsın! Ama sen de, zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın! ' diyecek... Kapitaliste ise 'Allah buyruğunu ve Resûl emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın! ' ihtarını edecek... Kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin, aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrâkine sahip bir gençlik...

Bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa çalarak kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığı, Türk'ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını, her sistem ve mezheb, ortada ne kadar illet varsa devasının ve ne kadar cennet hayâli varsa hakikatinin İslâmda olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslâm âlemine ve bütün insanlığa model teşkil edecek bir gençlik...

'Kim var? ' diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert 'ben varım! ' cevabını verici, her ferdi 'benim olmadığım yerde kimse yoktur! ' fikrini besleyici bir dâva ahlâkına kaynak bir gençlik...

Can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispetle usûle, stratejiye uygun bir gençlik...

Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifirî karanlıkta, ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin; ve gerçek kahramanlık mâdeniyle sahtesini ayırdetmekte kuyumcu ustası bir gençlik...

Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, demagog politikacısı, çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, takma diş fabrikası, fuhuş albümü gazetesi, mümin zindanı mâbedi, temeli yıkık ailesi, hâsılı kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, destanlık bir meydan savaşı içinde ve bu savaşı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik...

Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirini beğenmeyecek, onlara 'siz güneşi ceplerinizde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! Gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi! ' diyecek ve gerçek müslümanlığın 'nasıl'ını ve 'ne idüğü'nü her haliyle gösterecek bir gençlik...

Tek cümleyle, Allahın, kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin fezayı bütün yıldızlariyle manto gibi saran mukaddes eteğine tutunacak, ve O'ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak tanımayacak ve O'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine lâyık bir muameleye tâbi tutacak bir gençlik...

İşte bu gençliği, bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum. Şekillenmesi, billurlaşması için 30 küsur yıldır, devrimbaz kodomanların viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerimden kan çekerek yırtındığım, paralandığım ve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında, uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allaha hamd etme makamındayım. Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim şudur: Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymayı unutma ve bunu tek vasiyetim bil! Allahın selâmı üzerine olsun...

Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!

Ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es! ...

Necip Fazıl Kısakürek

25 Mayıs 2012 Cuma

Tekâsür Suresi

1 BİR aç-gözlülük saplantısı içindesiniz, 2 mezarlarınıza girinceye dek (süren). 3 Ama, zamanı geldiğinde anlayacaksınız! 4 Evet, evet! Zamanı geldiğinde anlayacaksınız! 5 Yoo, eğer bu ( tutkunun neye mal olduğunu) tam kavramış olsaydınız, 6 Elbet (dünyayı) cehenneme (çevirdiğinizi) de görürdünüz; 7 (Tutun ki burada göremediniz), ama daha sonra ahirette onu zaten gözlerinizle göreceksiniz; 8 nihayet o gün, ebedi nimetlerden vaz geçip (geçici nimetlere yönelmenizden) dolayı hesaba çekileceksiniz.
1 YOU ARE OBSESSED by greed for more and more 2 until you go down to your graves. 3 Nay, in time you will come to understand! 4 And once again: Nay, in time you will come to understand! 5 Nay, if you could but understand [it] with an understanding [born] of certainty, 6 you would indeed, most surely, behold the blazing fire [of hell]! 7 In the end you will indeed, most surely, behold it with the eye of certainty: 8 and on that Day you will surely be called to account for [what you did with] the boon of life!
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Üç Aylar


“Ey Allah’ım! Recep ve Şabanı bize mübârek kıl, bizi Ramazana kavuştur.”

Recep ayının başlangıcında Peygamberimizin bu duâ ettiği Ahmed b. Hanbel böyle rivayet edilir.

~~~~~~~~~~~ ~~~~~~~~~~ ~~~~~~~~~~~ ~~~~~~~~~~~~~ ~~~~~~~~~~~~~ ~~~~~~~~~~~

Ve Ebû Bekre Nüfey' İbni Hâris radıyallahu anh' den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü şekliyle dönmektedir. Bir yıl on iki aydır. Bunlardan dördü haram olan aydır. Üçü birbiri ardınca gelen, zilkade, zilhicce ve muharremdir. Biri ise cemaziyelâhir ile şâbân arasında bulunan ve Mudar kabilesinin daha çok değer verdiği receb ayıdır. " Peygamberimiz:
- "Bu hangi aydır?" diye sordu. Biz:
- Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber sustu. O kadar ki, biz aya başka bir ad vereceğini zannettik.
-"Bu ay zilhicce değil mi?" dedi, biz:
- Evet, dedik.
- "Bu hangi beldedir?" diye sordu, biz:
- Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber bir süre sustu. Biz, bu şehre başka bir ad vereceğini zannettik:
- "Burası Belde-i Haram (Mekke) değil mi?" dedi, biz:
- Evet, dedik.
- "Bu hangi gün?" diye sordu, biz:
- Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedik. Bir müddet sustu. Öyle ki biz o güne başka bir ad vereceğini zannettik.
- "Bugün kurban günü değil mi?" dedi, biz:
- Evet, diye cevap verdik. Sonra Resulullah sözlerine şöyle devam etti:
"Şüphesiz ki, sizin kanlarınız, mallarınız, ırz ve namusunuz, şeref ve haysiyetiniz, şu gününüzün, şu beldenizin ve şu ayınızın haram olduğu gibi, birbirinize haram kılınmıştır. Rabbinize kavuşacaksınız ve o size amellerinizi soracak. Sakın benden sonra birbirinizin boynunu vurarak kâfirlere dönmeyiniz. Dikkat ediniz! Burada bulunanlar bulunmayanlara sözlerimi ulaştırsın. Umulur ki, sözlerim kendilerine ulaştırılan bazı kimseler, sözümü işiten bazı kimselerden daha iyi anlayıp koruyabilirler. " Hz. Peygamber, sonra:
- "Dikkat edin, tebliğ ettim mi?" diye sordu, biz:
- Evet, diye cevap verdik. Resûl-i Ekrem:
- "Allahım! Şahit ol" buyurdular.
(Buhârî, Hac 132; Müslim, Kasâme 29)

22 Mayıs 2012 Salı

Dünya ve Türkiye / Hüseyin Hatemi

Hüseyin Hatemi

".... Dünya, Türkiye'nin Ortadoğu'da bir istikrar mevzi'i olmasını," dindarlıkla demokratlığı birleştirmesini, hukuka saygılı olmasını bekliyor...du, bu noktadan uzaklaştıkça da eleştiriler artıyor. Çalkantılı bir Türkiye bütün dünyayı sarsar. İktidar yeniden hukuka, demokrasiye, barışa, ahlâka, vicdana doğru dümen kırmazsa her an belâlı kırılmalar yaşanabilir bu ülkede. Siyasi bir iktidar adaletten ve vicdandan uzaklaştı mı bunun mutlaka toplumsal bir bedeli olur. O bedeli ödemeye fazla yaklaşıyoruz. Bunu önleyebilmek için de vicdanlı dindarların yardımı gerekiyor." (Ahmet Altan, Taraf, 19 Mayıs 2012)

İyi niyetle yapılan bir uyarı olduğunda şüphem yok. Ancak, bu uyarı "Dünya" adına yapılmış bir uyarı değil! Çünkü maalesef Türkiye sınırları dışında adaletin hakim olduğu cennet bir dünya yok! 1839-1870'lerde de yoktu. İçteki kötülüklerden bunalana komşunun tavuğu kaz görünür. Bir de komşunun gerçekten kaz sürüleri varsa! Komşudan ödünç kaz yumurtası istenir. Kuluçkaya "yatırım" yapılmaz da âfiyetle yenirse, komşu da derhal mürekkep faiziyle bin yumurta ister, ardından Dûyun-i Umumiyye, IMF vs. gelir. Biz bunları yaşadık. Bizden yüzyıl sonra da, AB'den kaz yumurtası almakla yetinmeyip doğrudan doğruya kaz çiftliğine ortak gösterilen komşumuz Yunanistan yaşamakta. Allah kurtarsın. Şu halde AB; ne uluslar arası alandaki tutumuyla, ne üyelerini iç düzeninde, maalesef dünyaya örnek alacak veya "iyi yeni dünya"yı temsil edecek bir durum da değilken, AB'nin bütün eleştirilerini haklı görebilir miyiz? (To-râ gaafil omîd-i gam – küsarî-hâ ez Efreng – est?/Dil-i şâhin ne – sûzed behr-i an morgî ke der çeng- est) (M. İkbâl) (-Ey gaafil! Gamını, sorunlarını gidermesini Batı'dan mı beklersin? Şâhin, pençesine geçirdiği kuşa acımaz)

Şu halde "iyi Yeni Dünya", Halûk'un "bol bol ziya kucaklayarak getirmesini" babası Tevfik Fikret'e uyarak boş yere beklemekte olduğumuz ABD midir? Heyhat! Men direm nükhet-i zülfün getire Bâd-i Sabâ / O geder sür'at ile katlime fermân getirür. (Tebrizli Remzi Baba) .
Neoconlar mı "iyi yeni dünya"nın sözcüsü olmalı? Elbette Ahmet Altan da bu soruya olumsuz cevap verir.
Yoksa El-Kaaide'den mi fâide umalım? Heyhat! Bekri Mustafa'yı imam yapmak evlâdır! Bekri Mustafa, bir yoksul cenazesi için zorla imamlığa geçirilince, cenaze namazını kıldırdıktan sonra merhumun kulağına fısıldamıştı: - "Göçmüş olanlar sana dünyanın halini sorarlarsa, -bekri Mustafa İmam olmuş! de , gerisini anlarlar!" Bir ay kadar önce, Ticaret Üniversitesi yakınlarındaki kabrini ziyaret ederek bu sözü dolayısıyla rahmet diledim. Şimdi Bekri Mustafa'ya da hasret kaldık, Bekri Mustafa'dan sonra gelen cinci Hocalar asrımızda çoğaldı.
Önceki hafta Safranbolu'da ünlü Cinci Hoca'nın yaptırdığı AVM ve Fitness Merkezi (Hamam)ını ibretle temâşâ ettim. Yanılmıyorsam, keyfini de sürememişti. Hüküm Allah'ındır.
 
Sözün kısası: Önce Hakk'ı aklıyla bulmak ve tasdik etmek gerekir, sonra da "dünya ne derse desin" Hakk'ın yolunu tutmak!
Ne var ki, iyi niyetle yapılan eleştirilere ve öğütlere de kulaklarımızı tıkamamalıyız.
Şu halde bakalım, iktidar, ne yöne dümen kılmalı imiş? Hukuk, demokrasi, barış, ahlak ve vicdana! Ancak, kaptan köşkünde olanların bu kavramların tanım ve içeriğinde (tarif ve muhtevasında) anlaşmaları gerekmez mi? Hele bir de "Dünya" dan gelen çelişkili veya taban tabana karşıt öğüt ve komutlar ? İster istemez şu öğütü tutmamız gerek: Ehl-i butlânın sözün tasdik eden, âdem midir?/Hakk'ı tut, istersen hasım olsun bütün alem sana!
"Hakk"ın ölçütüyle bu kavramlara bakarsak: Hukuk'tan maksad Pozitif Hukuk değil, evrensel ahlakın da yaptırımlı temel ilkeleri olan evrensel Tabii Hukuk'tur. Demokrasi: halkın bu temel ilkeleri de değiştirme gücüne sahip olduğu ileri sürülüp de halk adına yöneticilerin bu ilkeleri yürülükten kaldırdığı bir düzen veya çoğunluk diktatörlüğü değil, yöneticilerin seçimle başa geldiği ve saydamlık ilkesinin yürürlükte olduğu yönetim biçimidir. Barış, Pax americana zorbalığı değil, ilahi sevgi ve ilahi sevgiden doğan sorumluluk bilincinin sağladığı barıştır.
Vicdan da Allah'ın sevgisini yitirme endişesinden doğan sorumluluk bilincidir.
"Dünya", kavramlara Hakk'ın ölçütüyle anlam vermekte uzlaşsa idi, esasen sorunlarımız hiç değilse yarı oranda ortadan kalkmış olurdu.
Ahmet Altan'ın son cümlesini hiç yabana atmamak gerekir. "Vicdanlı dindarların yardımı gerekiyor". Efsûs ve heyhât! "Vicdanlı dindar nesil yetiştirmek istiyoruz" dersek de kıyamet koparılmayacak mı? Koparılmadı mı?
Ayrıca, "vicdanlı dindar"ların sesi de artık, eskisi kadar kolayca yukarılara ulaşmıyor. Böyle olunca da emanetleri ehline tevdi etmede ahlak şartına riayet edilmeyip "Pragmatizm" adı altında "oportünizm" rağbet görmeye başladı. "Muhafazakar", "dindar" sayılıyor, vicdan aranmıyor.
Ahlak şartına riayet edilmesi gerektiğini söylerken, "iktidarın dümen kırması gereken ahlak" kavramını Hakk'ın ölçütüyle belirmeyi unuttuk:
Vicdanı olmayanın, Allah'ın sevgisinden yoksun kalma endişesi olmayan pervasızların dilinde ahlâk, sadece boş bir terimden ibarettir. Dümende iken kaptanın kafasını karıştırıp yanlış yol gösterir, geminin batma tehlikesinde olduğunu görünce de "yiğitliğin onda dokuzu kaçmak, sonuncusu da derhal kaptanı itham etmektir" kuralına uyarlar. Ahlak nedir? Allah ile sevgi ilişkisine girip bu ilişkiyi korumak için de kimseye zulm etmemektir. Gelecek nesiller dahil! Hayvanlar dahil! "Eyvallah!" diyene selam olsun! İnkar edenler bizden ırak olsun da gafillere sultan olsun!


http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=32497&y=HuseyinHatemi

20 Mayıs 2012 Pazar

TOKi (Güvercinler için) / Zehra


        Kuslar Ingiltere`yi seviyor, burda yasayan halkta kuslari. Burdaki evlerin bahcelerinde hep kus yuvalari gorebilirsiniz, ayrica yemliklerle birlikte, bittikce doldurulan. Belkide buyuzden kus civiltilari heryani cok guzel birsekilde sarmis durumda. Ama guvercinleri sevemiyorlar birturlu, hastalik tasidiklarini dusundukleri icin. Oysa guvercinler onlari cok seviyor. Eger yururken onunuze bakmazsaniz, bir guvercini bilmeden kolaylikla ezebilirsiniz, cunku sizden hic kacmiyorlar. Hatta bu guvercinler o kadar sicak kanli ki, birkac hafta once bir guvercinin Paddington istasyonundan trene bindigini gordum, ucmak yerine tren yolculugunu tercih ediyor. "O derece!" yani annecim = )
 
        Bu mimariye de Chester`da rastladik ve cok begendik. Emirsultan camisinin yanina da guvercinler icin boyle bir apartman yapilirsa hic fena olmaz hani diye dusunuyorum. Ecdadimiz dusunmus ve tum camilere kus yuvalari yapmis ama artik camilerin sunmus oldugu hizmet yetmiyor bence. Emirsultan camisinin tum yuvalari doldu ki bir cok guvercin bizim cam onlerini kullanmaya basladi. Misafirlerimizden hic rahatsiz degilim ama bizim cam onleri bu yukardaki yapinin yaninda gece kondu gibi kaliyor, insanin da gonlu elvermiyor.
   
        Eger genis capli dusunecek olursak, belki belediyeler bu ise el atarlar ve sehirde guvercinlerin yogunlukta yasadigi yerlere bu 48 haneli apartmanlardan dikerler, tipki TOKI gibi = ) Neden olmasin!

Anne, dilekcemizi yazalim en yakin zamanda insallah..


Zehra

18 Mayıs 2012 Cuma

Khalid Belrhouzi - The Cloak (Al Burda)


~ Eger biri icin istekte bulunacaksam, Nurdan ablama gelsin diyorum. En sevdigi ilahilerden biri oldugunu biliyorum = ) Iyi dinlemeler..

~ Cok ozledigin Medine`ye, Rasulullah`in evine ve o bahsettigin guzel bahceye en hayirli, en yakin zamanda kavusursun insallah Nurdan ablacim..
Sevgi ve muhabbetle...


Zehra

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Kapıda başörtü nöbeti



Cihan Haber ajasından alınan habere göre; Ege Üniversitesi (EÜ) Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. E. Rennan Pekünlü, okulun giriş kapısında nöbet tutarak başörtülü öğrencileri içeriye almıyor. Okul girişinde başörtülü öğrencilerin fotoğraflarını çeken profesör, ardından kapının arkasına geçerek başörtülü öğrencilerin girişine izin vermiyor. Yüzünü kağıt ile gizleyen Pekünlü, başı açık öğrenciler gelince okulun kapısını açıyor, zorluk çıkarmıyor.

Prof. Dr. Pekünlü, YÖK eski Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın, başörtülü öğrencilerin derslere girmeleri yönündeki talimatına rağmen tutumunu değiştirmedi. Aylardır kapıda nöbet tutarak başörtülü öğrencileri fişleyen ve içeriye girmelerini engelleyen Prof. Dr. E. Rennan Pekünlü, son icraatında Cihan Haber Ajansı (Cihan) kameralarına yakalandı. Kapıda başörtülü öğrencilerin fotoğraflarını çeken Pekünlü, kamerayı görünce yüzünü kağıtla gizleyerek içeriye girdi. Kapının arkasına saklanarak başörtülü öğrencilerin içeriye girişini engelleyen profesör, konuşma talebini kabul etmedi. Demokratik hakkını kullandığını ileri süren Rennan Pekünlü, "Başörtülü öğrencileri içeri almamak, bir profesörün görevi mi?" sorusunu cevapsız bıraktı. Kapıda bekleyerek başörtülü öğrencileri içeriye almayan profesör, erkek öğrenciler ile başı açık kız öğrencilerin giriş çıkışına karışmadı.

İl dışında olduğu için telefonla görüştüğümüz Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nadide Kazancı, "Astroloji'den bir öğretim üyesinin, bizim konferans salonunda bir konferansı vardı. '13. Burçlar' mı ne... Bu konferansla ilgili olarak Rennan Pekünlü, dekanlığı arayarak, 'Başörtülü öğrenciler girmeyecek. Eğer girerlerse hepsini dışarı atarım' demiş. Bunun üzerine ben de rektör hanımla görüştüm. Bana, 'Böyle bir şey olmaz. Madem böyle bir ayrım yapıyorlar, o zaman konferansı iptal edin' dedi. Ben de, 'İstediğiniz koşulların yerine gelmesi mümkün olmadığı için konferansı iptal ettim' diye yazı yazdım. Kendisi kınama aldı, hakkında lüzum-u muhakeme çıktı, kademe ilerleme cezası verdim, son olarak tekrar bir soruşturma açtım. Daha ne yapabilirim?" dedi.

http://www.timeturk.com/tr/2012/05/16/kapida-basortu-nobeti.html

Not: Nurdan ablama bu haberi okudugumda, yukaridaki satirlari yazan arkadasla tanismak ve arkadas olmak, problemli ve acamadigi facebook hesabina eklemek istedigini soyledi. Aynen bende kendisine katiliyorum, kendisiyle tanismak iyi olurdu gercekten. Ne zamandir boyle guzel usluplu bir haber okumamistik. Traji komik yasanmisliklara bir yenisi daha! Bu arada `Ege Universitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bolumu`; acaba bu bolumu vakti zamaninda OSYM`nin tercihler sayfasina kodlamis miydim? Hatirlamiyorum = )

13 Mayıs 2012 Pazar

Kâfirûn Suresi

 

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
1 DE Kİ: “Siz ey hakikati inkar edenler!

2 Ben tapmam sizin taptığınıza,

3 siz de tapmazsınız benim taptığıma.

4 Ve ben tapmayacağım [asla] sizin tapıp durduğunuza,

5 siz de [hiç] tapmayacaksınız benim taptığıma.

6 Sizin dininiz size, benimki bana!”
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
1 SAY: " O you who deny the truth!
2 I do not worship that which you worship,

3 and neither do you worship that which I worship.

4 And I will not worship that which you have [ever] worshipped,

5 and neither will you [ever] worship that which I worship.

6 Unto you, you moral law, and unto me, mine!"
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

# Surenin konusu Islam akidesinin temeli olan tevhiddir. Bu sure Ihlas ile birlikte kelime-i tevhid`in tefsiri niteligindedir. La ilahe`yi Kafirun suresi, illallah`i Ihlas suresi tefsir ve temsil eder.

# Ana fikri tek cumledir: Imanda pazarlik olmaz. Tersi de gecerlidir: Pazarlik olna yerde iman olmaz. Sure, bir imanda kararlilik ve sebat suresidir. Ayni zamanda, Kur`an`in ilk muhatabini insa orneklerinin de basinda gelir. Bu sur, dunyanin en halim-selim insanini, "Vallahi ey amca, gunesi sag elime ayi da sol elime koysaniz, Allah`tan aksi yonde bir emir gelmedigi surece ben bu davadan asla vazgecmem!" (Ibn Hisa, es-Sira II, 101) diyecek destani bir kararlilik noktasina getiren surecin isaret taslarindan biridir. Vahidi`nin ve Ibn Ishak`in naklettigi su nuzul sebebi rivayeti bilinmeden sure hakkiyla anlasilmaz:

"Allah Rasulu Kabe`yi tavaf ediyordu. kavmin yaslilari olan esved b. Muttalib, Valid b.Mugire, Umeyye b.Halef, `As b.vail onune gecip su teklifte bulundular: ya Muhammed! Gel (bir sene) biz senin kulluk ettigine kulluk edelim, (bir sene de) sen bizim kulluk ettigimize kulluk et. Bu sayede biz seninle bir iste ortak olalim. Eger seninki bizimkinden hayirliysa, biz o hayirdan payimizi almis oluruz. Yok bizim taptigimiz seninkinden hayirliysa, sen ondan mahrum kalmamis olursun. Allah da bunun uzerine bu sureyi indirdi. Rasulullah ertesi sabah Kabe`de onlara bu sureyi okudu. Iste o zaman ondan tamamen umitlerini kestiler."

Ibn Abbas soyle der: "Ondan tamamen umit kestiler; ona ve ashabina eziyet etmeye iste o zaman basladilar". Bu tesbit de gosteriyor ki, bu sure tipki Necm suresi gibi Mekke doneminin kirilma noktalarindan biridir. Suskunluk ve alay doneminin ardindan bu sure ile baski donemi baslamistir.

(Hayat Kitabi KUR`AN Gerekceli Meal-Tefsir, Mustafa Islamoglu, sayfa:1314)

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Remember The Nakba

REMEMBER THE NAKBA
END ISRAEL’S ETHNIC 
CLEANSING NOW!

nakba key symbol
 

Saturday 12 May
1–3pm opposite Downing St, London

& SUPPORT PALESTINIAN PRISONERS

Help us to build a new mass anti-Apartheid movement
for Palestine
Organised by: Palestine Solidarity Campaign, Friends of Al-Aqsa, British Muslim Initiative, Palestinian Forum for Britain, Stop the War Coalition.
Supported by: Architects and Planners for Justice in Palestine (APJP), CAABU, CND, CWU, FBU, Green Party, GUPS UK, Haldane Society of Socialist Lawyers, ICAHD UK, Lawyers for Palestinian Human Rights, Liberal Democrat Friends of Palestine, London BDS, PCS, Viva Palestina, War on Want, Zaytoun.


http://www.palestinecampaign.org/index9b.asp?m_id=1&l1_id=4&l2_id=99&Content_ID=2495

11 Mayıs 2012 Cuma

Hasenu'l-Bennâ ve İhvan / Hayrettin Karaman

Hayrettin Karaman

Eçtiğimiz Cumartesi ve Pazar günlerinde, Ankara'da, Kocatepe Kültür Merkezinde, uluslararası Hasenu'l-Bennâ ve İhvan (Müslüman Kardeşler) sempozyumu yapıldı.

Sempozyumu düzenleyen iki dernek "Medeniyet ve Genç Birikim" dernekleri. Arkalarında büyük sermaye ve önemli mali destek bulunmayan bu iki derneğin fedâkâr mensuplarını, her bakımdan başarılı olan bu faaliyetlerinden dolayı tebrik etmek bir borçtur.

Sempozyuma, Malezya'dan Fas'a kadar uzanan İslam ülkelerinden onlarca ilim ve düşünce adamı ile akademisyen katıldı. Yedi oturumda sunulan yirmi beş tebliğde şehid Hasenu'l-Bennâ ile onun kuduğu ve hala canlılığını koruyan, etkisini sürdüren, zaman zaman gündemi ağırlıklı olarak dolduran "el-İhvânu'l-muslimûn: Müslüman Kardeşler" cemaati farklı yönlerden ele alındı, önemli bilgiler sunuldu, değerlendirmeler yapıldı. Bu vesile ile merhum ve İhvan hakkında birkaç satır yazacağım.

Hasenu'l-Bennâ (1906-1949), kesin olarak sıradan biri değil; karizmatik ve karizmasını, abartılı propagandaya değil, fazilet ve faaliyetine borçlu olan bir islâmî hareket önderi. Daha öğrenci iken (22 yaşında) müslümanların derdini dert edinmiş, alimler ve şeyhlerle görüşmüş, onların bu konuda ya dertli veya faal olmadıklarını, olmayacaklarını görünce halka yönelerek teşkilatlanma yoluna girmiş, içinde bulunduğu şartlar ve müslümanların maruz kaldıkları zulümler ile problemler öyle gerektirdiği için sırayla "ferdi, aileyi ve cemiyeti" eğitim yoluyla ıslahı da, programının engellerini etkisiz hale getirmek için siyaseti de faaiyet alanına sokmuştur. Onun kitleleri etkileyen yönü, iyi bir hatip olmasına rağmen sözlerinden ziyade örnek davranışıdır. Geceleri herkes uyuduktan sonra uzun süre ibadet eden, yırtık çorapla dolaşan, şehid olduğunda evinin kirasından borcu bulunan, 43 yıllık kısacık bir ömrün içine büyük işler sığdıran bir önder. Bir örnek vermek gerekirse; davasını anlatmak ve taraftar kazanmak için Mısır'da bulunan -büyük küçük şehirler dışında- dört bin köyün 3000'ine gitti ve buralarda halka konuşmalar yaptı. Ayrıca haftalık, onbeş günlük ve aylık altı dergi ve gazete çıkardı.

Şehid hakkında yazılacak çok şey var, bir süre sonra çıkacak olan bir kitabımda ben de onun hayatı, düşüncesi ve eserlerini yazdım. Bu yazıyı, sömürgecilerin ve makam düşkünlüğünün esiri olan yöneticilerin şehide, yakınlarına ve bu arada babasına neler ettiklerini naklederek noktalayacağım:

Devletin tetikçileri tarafından kurşunlandı, yaralı olarak hastahaneye kaldırıldı, fakat tedavisine imkan verilmediği için kan kaybından şehid oldu.

Taziye için baba evine gelenler tutuklandılar, şehid için Kur'an okumak ve cenaze namazı kılmak yasaklandı. Şehidin naşı, önünde ve arkasında birçok silahlı polisi taşıyan arabalarla çevrili bir araç ile evine götürüldü. Evin etrafı sarıldı, insanlar istese bile gelmelerine imkan bırakılmadı. Şehidin babası büyük alim ve salih insan Ahmed el-Bennâ'ya polis, vefat haberini anında ulaştırdığı için altmış yaşını aşmış bulunan babanın adeta beli büküldü, sabaha kadar "Ya rabbi, adaletine sığınıyorum, oğlumu şehid ettiler" diye inleyerek namaz vaktini bekledi. Evde yalnızdı, diğer aile efradı tutuklanmışlardı. Babaya ölüm haberi verildiğinde saat bir idi. "Eğer yalnız başına namazını kılar ve saat dokuzda defnederse eve getireceklerini aksi halde kendilerinin götürüp gömeceklerini" söylediler. O da son bir defa oğlunun yüzüne bakabilmek için buna razı oldu. Baba Ahmed Abdurrahman el-Bennâ bundan sonra olanları şöyle anlatıyor: Cenazeyi sabah namazına yakın, kimseye göstermeden getirdiler, defne hazırlama işini gören kimselere bile izin vermedikleri için çocuğumu kendim hazırladım, tabuta yerleştirdim, ancak tek başıma taşıma imkanım yoktu. Polisten yardım istedim, kabul etmediler, taşıyacak birkaç kişiye izin vermelerini teklif ettim onu da reddettiler ve "sen ve kadınlar taşıyın" dediler. Sokaklar tenha idi, kadınların omuzlarında cenaze taşındı, Kaysûn camiine geldiğimizde kimseler yoktu, camiin görevlilerini bile oradan uzaklaştırmışlardı. Çocuğumun cenaze namazını kılmak üzere önüne durduğum zaman gözlerimden yaşlar boşandı; bunlar yaş değil, insanlara rahmeti ulaşsın diye Rabbime yönelmiş niyazımdı. Namazdan sonra onu İmam Şafiî kabristanına taşıdık, defnettik ve ağlayarak evimize döndük.

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=11.05.2012&y=HayrettinKaraman 

10 Mayıs 2012 Perşembe

İsrail zindanlarında açlar / Hayrettin Karaman

Hayrettin Karaman

5-6 Mayıs günlerinde Ankara'da, Kocatepe Kültür Merkezi'nde uluslararası Hasenü'l-Bennâ sempozyumu yapıldı. Bu sempozyumdan daha sonra söz edeceğim.

En son konuşmayı Eymen Muhammed Ebu Halid isimli bir genç yaptı. Son mübadelede serbest bırakılan "esirler"den. Bugünlerde hala devam etmekte olan açlık grevine katılmış, henüz rengi benzi yerine gelmemiş. Yürekleri yakan hikayesinden bazı kısımları aktarayım:

"Bizi, İsrail askerlerini öldürmekle suçlayarak muhakeme ettiler, müebbed vb. cezalara çaptırıp zindana attılar. Benim gibi iki bin Filistinli genç dayanılmaz şartlarda bu zindanlarda çile çekiyorlar. Büyük bir kısmı hücre hapsinde. Hücreler üç metreye iki metre, penceresiz, havasız, ışıksız, yataksız... yerler. Son açlık grevinde verdikleri tuvalete kadar bu da yoktu; iki pet şişe, biri su içmek, diğeri def'i hacet için.

Dünyanın gözü önünde sürdürülen bu işkenceye karşı iki bin esir açlık grevine karar verdiler. Yirmi günü geçti, yalnızca biraz su ve bir miktar da tuz alarak drenişlerini sürdürüyorlar. Ben (diyor genç Eymen), oruç dışında bir gün bile aç kalabileceğimi sanmıyordum; ama gördüm ki, insanın bir davası olursa, azmi ve direniş gücü de oluyormuş.

Ben (diyor Eymen) size ağlamıyorum, sizi suçlamıyorum, sizden şikayetim de yok; yalnızca bu zulmü bilmenizi ve dünyaya duyurmanızı istiyorum..."

İsrail cezaevlerinde halen 4 bin 700 Filistinli var. Bunların çoğu 17 Nisan'da, şartların iyileştirilesi, hücre uygulamasına son verilmesi ve süresiz tutukluluğun sona ermesi talepleriyle açlık grevine başladılar.

İsrail ve işgal altındaki topraklardan sorumlu Kızılhaç heyetinin başkanı Pedro Schaerer, Cenevre'de yaptığı yazılı açıklamada, cezaevi yetkililerinden, 45-71 gündür açlık grevi yapan 6 Filistinlinin durumunun düzenli olarak izlenebilmesi ve gerekli tıbbi yardımı alabilmeleri için hastaneye kaldırılmalarının istendiğini belirtti.

1948 den bu yana, Batı'nın ve özellikle ABD'nin desteği ile haksız olarak müslüman topraklarını işgal eden İsrail bu vatanın sahiplerine "ya göç ya öl" dedi, göçen göçtü, kalanlar da işkence çekiyor ve ölüyorlar. Filistin dramı bugünün dünyasında insanlığın, vicdanın, adaletin, merhametin..." ölümünü temsil ediyor. Dünyanın gözü önünde güçlü olan, zayıf olanı eziyor, istediğini elde ediyor, zayıflara da ağlamak düşüyor.

Birkaç rakkam buraya uygun düşecek:

1948 yılında Yahudilerin tapulu mülkü %8 civarında idi.

Yahudiler, büyük baskılarla yıldırılan bazı toprak sahiplerinden 1917-1947 yılları arasında 600 bin dönüm toprağı satın alabilidiler. Ancak bu toprağı satanların çoğu Filistinliler değil, tersine Suriye ve Lübnanlı Hıristiyanlardı. Çünkü Osmanlı döneminde Filistin ve Lübnan, Şam eyaletinin bir parçası idi ve herkes istediği yerde yaşayıp mülk edinebiliyordu.

1948'de işgal edilen Filistin topraklarında yaşayan yaklaşık bir milyon Filistinli ile 1967'de işgal edilen topraklarda yaşayan 3 milyon Filistinliden hiçbiri toprağını satmadı.

1967'den sonra işgal edilen Filistin topraklarına yurt dışından getirilen Yahudiler tarafından inşa edilen yerleşim bölgeleri için İsrail yaklaşık olarak 2 milyon dönüm araziye el koydu.

İsrail dediğimiz ülke 1978'de, 1982'de, 1993'te, 1996'da, 2006'da ve 2008'de Arap topraklarını tekrar tekrar işgal etti yok etti, tahrip etti. Bugün Filistinlerin elinde kalan küçücük toprak parçasını bile sahipleri serbest olarak kullanamıyorlar.

3 Mayıs 2012 Perşembe

1940`larda Camilerin Durumu (Hümeyra Ökten anlatıyor)


İmam Hatip okullarının kurucusu Celaleddin Ökten'in kızı Hümeyra Ökten, okulların kuruluş sürecinde babasının yaşadığı zorlukları anlattı. Baskı yüzünden vatandaşın okullara rağbet etmediğini anlatan Ökten, babasının okullar kapanmasın diye parayla amele tutup derslere soktuğunu aktardı.

İnönü döneminde cami ve mescitlerin tahsisatsız bırakılarak, kendi haline terk edildiğini belirten Ökten, harabe haline gelen cami ve mescitlerin Vakıflar tarafından ayakkabı deposu, samanlık olarak kiralandığını söyledi.

1925 yılında İstanbul'da dünyaya gelen Ayşe Hümeyra Ökten, Cumhuriyet'in ilk yılları ve tek parti döneminde yaşanan birçok olayın tanığı oldu. 1932 yılında yayınlanan 'Türkçe Ezan' genelgesinin vatandaşları çok üzmesine rağmen baskılardan dolayı tepki verilemediğini söyleyen Ökten, baskılardan dolayı halkın camilere fazla rağbet edemediğini ifade etti. Ökten, dayısının Cuma namazına gidebilmek için mesh giydiğini belirtti.

MESCİT AYAKKABI DEPOSU OLDU
1940'lı yıllarda tahsisatsız kaldığı için çoğu mescidin ve caminin kapandığını anlatan Hümeyra Ökten, maaşı çok az olduğu için de kimsenin imamlık yapmayı tercih etmediğini belirtti. O dönemde Fatih Soğanağa'da oturduklarını aktaran Ökten, "Orada bazı mescitler vardı. Mescitler kapatılmış bir tanesine Anadolu'dan gelmiş fakir bir aile oturmuş. Aksaray'da, İstanbul'un birçok yerinde camiler, imam vefat edince boş kalmış. İmamların maaşı çok azmış. Kimse imam olmuyormuş. Onun için hiçbir iş yapmayan imam oluyor. İmamın maaşı yetmiyor bu sefer bakkal dükkânı açıyor. Ya da köşe başında simit satıyor. Simitçi imam oluyor, bakkal imam oluyor. İtibarı düşüyor imamın" dedi.

Fatih'teki muayenehanesinin bitişiğindeki bir mescidin ise Vakıflar tarafından ayakkabı deposu olarak kiralandığını belirten Hümeyra Ökten, "Evkaf'tan (Vakıflar Müdürlüğü) demek ki onu kiraladı, ayakkabı deposu yaptı. Çarşamba'da bir camii de ot deposu yapılmıştı. Anadolu'dan gelen hayvan otları konmuştu. Aksaray'dakilerin birçokları büsbütün harap olup yıktırıp Evkaf İdaresi satıp yerine apartman yaptırıyor." diye konuştu.

Camilerin 1930'lu yıllardan sonra kendi haline terk edildiğini ve harap olduğunu dile getiren Ökten, 1950 yılına kadar durumun böyle devam ettiğini, İlim Yayma Cemiyeti'nin kurulmasından sonra camilere yeniden sahip çıkıldığını ifade etti.

Hümeyra Ökten, vatandaşın camilerin durumuna çok üzülmesine rağmen korktuğu için sesini çıkaramadığını aktardı.

'BABAM İMAM HATİP KURSU KAPANMASIN DİYE AMELELERİ DERSE SOKTU'
Demokrat Parti'nin kurulmasından sonra oy kaygısıyla CHP hükümetinin dini konulara ağırlık verdiğine değinen Ayşe Hümeyra Ökten, İmam Hatip okullarının kurulmasına bu sebeple karar verildiğini anlattı. Fransızca bilen babası Celaleddin Ökten'in 'modern' olduğu düşüncesiyle okulların kurulmasından görevlendirildiğini bildiren Ökten, ilk önce 9 aylık bir kurs açıldığını ardından kursun İmam-Hatip okullarına dönüştüğünü anlattı. Hümeyra Ökten şöyle konuştu: "O kurs bir şey vaad etmediği için tabii talebe gelmiyormuş. Onu sonra etrafından duydum. Bir müfettiş gelse 20'den az talebe gördüğünde 'rağbet yok' diye kurs kapatılırmış. Çünkü 1920'li yıllarda, İmam-Hatipler açılmış 'talebe yok' diye' kapatılmış. 'Millet istemiyor kapatalım.' demişler. Bunlar da kapatılır diye babam sokaktaki amelelere gidermiş. 'Siz buradan kaç para alıyorsunuz, ben onu size vereyim.' deyip kursa almış. Hâlbuki kendisi emekli, o kadar gelirimiz de yok. Fakat ona rağmen sınıf dolsun diye, 20 kişi olsun da müfettiş gelirse 'millet istemiyor o zaman kursu kapatalım' demesin diye bunu yapmış." Dr. Ökten, babası Celaleddin hocanın hademe olmadığı zamanlarda sınıfın temizliğini de kendisinin yaptığını kaydetti.

ŞEMSETTİN GÜNALTAY'IN 'MASONLUK' TEKLİFİ
Türkiye'nin 18. Başbakanı Şemsettin Günaltay'ın babası Celaleddin Ökten ile medreseden arkadaş olduklarını belirten Hümeyra Ökten, babasından dinlediği ilginç bir anıyı da artardı. Günaltay'ın Beyazıt Meydanı'nda babası ile bir karşılaşmalarında 'Masonluk' teklif ettiğini aktaran Hümeyra Ökten şöyle devam etti: "Ne yapıyorsun diye sorunca babam kendi mektebini anlatmış. Demiş ki "Hoca gel Mason ol seni üniversiteye alalım. Üniversitede Arap dili var, Arap edebiyatı var. Sen oraya yakışırsın Liselerde sürünme' Babam gelmiş ve bunu bana anlatmıştı. Tabii babam Medreseden çıkmış bir arkadaşının böyle bir teklif yapmasına çok üzülmüştü."

'CEHENNEME SECCADE SERMEDİM'
Tekke ve zaviyelerin kapatılmasının ardından hocaların birden muhtaç duruma düştüğünü belirten Hümeyra Ökten, "Cerrahi tekkesi yakınımızdaydı. Oradan biliyorum. Babam onların böyle mali olarak sıkıntıya düştüğünü fark etti ki; öğretmen arkadaşlarını oraya derviş yaptı. Tanıştırdı onlarla. Onlar mesela her ay o zaman 10 lira Cerrahi Tarikatı'nın Şeyhi Fahrettin Efendi'ye yardım ediyorlardı. Birden bire onlar tabi muhtaç duruma düştüler."

Kapatma kararının ardından tekke ve zaviyelerin içinde ölünceye kadar vazifeli kişilerin kaldığını dile getiren Ökten, bu şahıslar ölünce tekke ve zaviyelerin de sahipsiz kaldığını belirtti.

İmam hatip okullarında ilk dönemde Kur'an-ı Kerim'in Arapça öğretildiğini ancak daha sonra Talim Terbiye Kurulu'nun kararıyla Latin alfabesine geçildiğini anlatan Ökten şunları söyledi: "Kim çıkardıysa 'Transkripsiyon yapalım. Latin harflerine bazı ilaveler yapalım. Latin harfleriyle Kur'an okutalım.' deniyor. Babam bundan çok rahatsız oluyor. Ankara'da Talim Terbiye Heyeti ile 3 saat konuşmuş, demiş ki: 'Transkripsiyon kolay bir şey değil. Yeniden oraya işaretler koyacaksınız. Sonra bu başka karışıklığa neden olur. Biz bir işaret koyarız, başka taraf başka işaret koyar.' Bunu ilmi değerleriyle anlatınca 2-3 saat sonra en sonunda onlar kabul etmişler."

Hümeyra Ökten, babası Celaleddin Ökten'in İstanbul'a geldiğinde, aldırdığı kararla ilgili "Cehenneme seccademi sermedim" dediğini söyledi.

'BAŞÖRTÜSÜ YASAĞI YÜZÜNDEN KARİYER YAPAMADIM'
Çok sevdiği üniversiteden başörtüsü yasağı sebebiyle ayrılmak zorunda kaldığını ifade eden Hümeyra Ökten, ayrılma kararından sonra bazı hocalarının da 'neden acele ediyorsun' tepkisinde bulunduğunu söyledi. Ökten, "Şeriat zarurete müsaade eder. Zaruret ne zaman? İhtisas diplomamızı alana kadar. Ondan sonrası artık keyfi oluyor. Ben kalmayı çok istediğim halde böyle karar verdim.

Hatta o dönemde Müfide Hanım 'Ne bu acele' dedi. Ama ben tabi o zaman öyle demedim. 'Babam emekli aileye yardım için çalışmam lazım' dedim." ifadesini kullandı.

27 Mayıs 1960 darbesinde üniversiteden çok sayıda akademisyenin ihraç edildiğini hatırlatan Hümeyra Ökten, "Beni zaten onlardan evvel çıkarırlardı. Benim çünkü zaten rengim belli. Onun için üzülmedim. Beni zaten çıkarırlardı kariyer yapamazdım."

http://www.timeturk.com/tr/2012/05/03/camiler-ayakkabi-deposu-da-yapildi-samanlik-da.html