5-6 Mayıs günlerinde Ankara'da, Kocatepe Kültür Merkezi'nde uluslararası Hasenü'l-Bennâ sempozyumu yapıldı. Bu sempozyumdan daha sonra söz edeceğim.
En son konuşmayı Eymen Muhammed Ebu Halid isimli bir genç yaptı. Son mübadelede serbest bırakılan "esirler"den. Bugünlerde hala devam etmekte olan açlık grevine katılmış, henüz rengi benzi yerine gelmemiş. Yürekleri yakan hikayesinden bazı kısımları aktarayım:
"Bizi, İsrail askerlerini öldürmekle suçlayarak muhakeme ettiler, müebbed vb. cezalara çaptırıp zindana attılar. Benim gibi iki bin Filistinli genç dayanılmaz şartlarda bu zindanlarda çile çekiyorlar. Büyük bir kısmı hücre hapsinde. Hücreler üç metreye iki metre, penceresiz, havasız, ışıksız, yataksız... yerler. Son açlık grevinde verdikleri tuvalete kadar bu da yoktu; iki pet şişe, biri su içmek, diğeri def'i hacet için.
Dünyanın gözü önünde sürdürülen bu işkenceye karşı iki bin esir açlık grevine karar verdiler. Yirmi günü geçti, yalnızca biraz su ve bir miktar da tuz alarak drenişlerini sürdürüyorlar. Ben (diyor genç Eymen), oruç dışında bir gün bile aç kalabileceğimi sanmıyordum; ama gördüm ki, insanın bir davası olursa, azmi ve direniş gücü de oluyormuş.
Ben (diyor Eymen) size ağlamıyorum, sizi suçlamıyorum, sizden şikayetim de yok; yalnızca bu zulmü bilmenizi ve dünyaya duyurmanızı istiyorum..."
İsrail cezaevlerinde halen 4 bin 700 Filistinli var. Bunların çoğu 17 Nisan'da, şartların iyileştirilesi, hücre uygulamasına son verilmesi ve süresiz tutukluluğun sona ermesi talepleriyle açlık grevine başladılar.
İsrail ve işgal altındaki topraklardan sorumlu Kızılhaç heyetinin başkanı Pedro Schaerer, Cenevre'de yaptığı yazılı açıklamada, cezaevi yetkililerinden, 45-71 gündür açlık grevi yapan 6 Filistinlinin durumunun düzenli olarak izlenebilmesi ve gerekli tıbbi yardımı alabilmeleri için hastaneye kaldırılmalarının istendiğini belirtti.
1948 den bu yana, Batı'nın ve özellikle ABD'nin desteği ile haksız olarak müslüman topraklarını işgal eden İsrail bu vatanın sahiplerine "ya göç ya öl" dedi, göçen göçtü, kalanlar da işkence çekiyor ve ölüyorlar. Filistin dramı bugünün dünyasında insanlığın, vicdanın, adaletin, merhametin..." ölümünü temsil ediyor. Dünyanın gözü önünde güçlü olan, zayıf olanı eziyor, istediğini elde ediyor, zayıflara da ağlamak düşüyor.
Birkaç rakkam buraya uygun düşecek:
1948 yılında Yahudilerin tapulu mülkü %8 civarında idi.
Yahudiler, büyük baskılarla yıldırılan bazı toprak sahiplerinden 1917-1947 yılları arasında 600 bin dönüm toprağı satın alabilidiler. Ancak bu toprağı satanların çoğu Filistinliler değil, tersine Suriye ve Lübnanlı Hıristiyanlardı. Çünkü Osmanlı döneminde Filistin ve Lübnan, Şam eyaletinin bir parçası idi ve herkes istediği yerde yaşayıp mülk edinebiliyordu.
1948'de işgal edilen Filistin topraklarında yaşayan yaklaşık bir milyon Filistinli ile 1967'de işgal edilen topraklarda yaşayan 3 milyon Filistinliden hiçbiri toprağını satmadı.
1967'den sonra işgal edilen Filistin topraklarına yurt dışından getirilen Yahudiler tarafından inşa edilen yerleşim bölgeleri için İsrail yaklaşık olarak 2 milyon dönüm araziye el koydu.
İsrail dediğimiz ülke 1978'de, 1982'de, 1993'te, 1996'da, 2006'da ve 2008'de Arap topraklarını tekrar tekrar işgal etti yok etti, tahrip etti. Bugün Filistinlerin elinde kalan küçücük toprak parçasını bile sahipleri serbest olarak kullanamıyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder