Hüseyin Hatemi
Sevgi ehli değilsek, birliği nasıl ümîd edebiliriz? Sevgiyi saptırmışsak, herbirimizin gönlünde bir başka sırtlan yatıyorsa, nasıl iyide, doğruda, güzelde birleşebiliriz?
Gönüllerin birliğini sağlamak, papuççu çirişiyle olacak şey değildir. Gönüllerdeki Yâr, Yâver, Mevlâ, Rabb bir ise ancak o zaman birlik sağlanır.
Öyle kimseler gördüm ki Ehl-i Beyt Sevgisi'nden söz etmem içlerini daralttı, öfkeleri alevlendi. Öyle kimseler tanıdım ki 'Hakk'dan söz edildiğinde besmele duymuş Şeytan'a döndü. Bunlarla tam ve sağlam bir birlik nasıl sağlanabilir? Karga ile bülbülü bir kafese koysalar / Birbiri sohbetinden daim melûl değil mi? (Yunus Emre)
Burada da bülbül ve karga başka halklara mensup insanları değil, sevgi ehli olan ve olmayanı ifade için kullanılmıştır. Sevgi ehli olanlar birleşirler. Burada da sevgi ehlinden kasdedilen, bütün ahlâki değerlerin kaynağı olan ilâhi Sevgiye gönüllerinde yer verenlerdir. Böyle olunca, 'Ehl-i dil birbirini bilmemek insaf değil!' kavlince, Sevgi ehli arasında hased ve kin değil, Yaradan'dan ötürü Sevgi' hakim olur.
Allah'ı gerçekten sevenlere Gerçekler (Sadıkiyn) denir. Hû diyelim Gerçeklerin demine/ Gerçeklerin demi Nûrdan sayılır. Ehl-i Beyt'in başında gelen Yüce Sevgili ile Ehl-i Beyt'in diğer ferdleri bu Sadıkiyn'dendir, Sevgi öncüleri (Sabıkun), ve Yaklaştırılanlardır. (Mukarrebûn), Yâsin Yüce sevgili, onlar da Âl-i Yâsin'dir (Selâmun alâ Âl-i Yâsin).
Ehl-i Beyt Sevgisi'ne gerçekten erenler ile müraileri biribirinden ayıran itr-i Yâr'dır, Yarın kokusudur. Aşk'ı olmayan gönül misali, taşa benzer/
Taş gönülden ne biter? / Dilinde ağu tüter / Nice yum(u)şak söylese / Sözü savaşa benzer.
Bu yazıyı okuduğunuz gün, ilâhi Sevgi'nin Yüce Şehidi'nin doğumu günüdür. (3 Şa'ban). Sevgi ehline mübarek olsun! Huseyn Sevgisi'nde birleşenler biribirine Yezidlik edemezler. 'Allah'ın tahtı' olması gereken gönüllerine, ilâhi Sevgi'den kaynaklanmayan sevgileri yerleştirenler, iddiada sevgi ehlidirler, yazık ki Gerçekler'den değildirler. Bu sevgiler, olumsuz sevgidirler. (Kur'an-i Kerim terimiyle: Endâd'a olan sevgi. Endad'ın tekili 'nidd'dir. Nidd kelimesi de gerçek sevginin zıddını ifade eder. Bu anlamıyla da putlaştırılan her nesneye yönelen saptırılmış duyguya ve bu duygunun konusu olanlara endad veya tekil olarak nidd denebilir. )
Bazı kimseler 'nefs-i emmâre' derekesinde kalır ve kendi nefsini 'endaddan bir nidd' olarak putlaştırır, bazıları daha ileri bir mertebeye vardığını zannederek mensup olduğunu zannettiği 'ırk'ı, 'soy'u, 'boy'u putlaştırır. Bazı kimseler de bir 'önder'i putlaştırırlar. (Bakare, 2/22, 165, İbrahim, 14/30; Sebe, 34/32; Zümer, 39/8; Fussılet, 41/9) Bu sevgiler olumsuz sevgilerdir. Bunlardan kurtulmak ve ilahi sevgi'yi gönlümüze hakim kılmak insanlık ödevimizdir.
Uğursuz sevgilerin değil ilahi sevgi'nin gönüllere hakim olduğu bir toplumda ne Diyarbakır Hapishanesi, ne Dersim olayları, ne de PKK terörü yaşanırdı. Yel ekip kasırga biçmek yerine gül alıp gül satar, gülden terazi tutardık.
Irkçılık ilahi sevgi yerine gönüllere hakim olursa, 'üstün ırk' dan olduklarını vehm edenler, 'öteki'ne zulmederler, ektikleri yeli bir süre sonra kasırgalaşmaya aday yeller olarak biçmeye başlarlar. Kürt sorunu da diğer sorunlar gibi böyle doğdu. Bugün Türk Şovenizmi karşısında ahlâken aynı değersizlikte olan bir Kürt şovenizmi vardır. Yine Şovenizm'in her türünde olduğu gibi, bazı kimselerin Şovenizmi, 'çılgın şovenizm, kurt Şovenizmi'dir, bazılarının Şovenizmi, Türk, Arap, Kürt olsun fark etmez, tilki şovenizmidir. Emperyalist güce bağımlı kalmak şartıyla peşrev yapıp efelenenler, emperyalizmin boyunduruğundan kurtulup 'çılgın şoven' olmaya kalkışırlarsa âkıbetleri Saddam'ın âkıbeti olur. Tilki şovenler, Emperyalist güce bağımlılığını bozmadıkça onlara görünürde bağımsızlık verilerek ilahi sevgi ehline karşı fedailik, tetikçilik, ayaktan vurma gibi hizmetlerine karşılık başkan vs. olurlar.
Bugün, Kürt veya Türk olsun, Sevgi ehlinin talebi eşit insan onuruna sahip bireyler olarak birlikte yaşamaktır. Çılgın Şovenler de, tilki şovenler de, ayrılma talebinde birleşmektedirler. Sevginin çözümünün masaya konması ihtimali ne zaman belirirse, derhal ya bir çılgın Kürt eylemi, ya bir çılgın Türk eylemi, ya bir tilki Türk eylemi, ya bir tilki Kürt eylemi, yahut doğrudan bir emperyalist oyunuyla karşılaşırız.
Tartışılmaz ve temel insan hakkı, her insanın Hukuk Devleti = Sevgi Devleti içinde yaşama hakkıdır, ırkçılığın ve şovenizmin insan haklarının doğru kuramında hiçbir temeli ve değeri yoktur. Sevginin çözümü benimsenmedikçe anaların göz yaşı dinmez. Sadece emperyalistin anası güler. Artık uyanacak ve emperyalist düzenbazlara 'al ananı da git buradan!' diyebilecek miyiz? Ümîd ederim ki Leyla Zana da gerek Türk ve gerek Kürt sevgi ehli ile aynı duygu ve düşünceyi paylaşarak, Başbakanın bu sorunu çözeceğine inandığını belirtmiştir. Yine gerek Kürt ve gerek Türk bütün gerçek sevgi ehlini bu yönde görüş açıklamaya çağırıyorum. Artık oyalama tertipleriyle, ister çılgın ister tilki olsun Kürt şovenlerinin oyunlarıyla da kaybedecek vaktimiz kalmamıştır. Bir an önce İlahi Sevginin çözümünün bu ortak vatanda gerçekleşmesini bütün kalbimizle özlüyoruz.
26 Haziran 2012 Salı
21 Haziran 2012 Perşembe
Geyik ve Cocuk / Zehra
Yanaklarinin gunesten dolayi yaz-kis kirmizi olmasi, bir buyugunun ayakkabilarinin daha ayagina tam olmadan senin olmasi, tatli ruyalar gorebilmek ve en guzeli bir geyige yaslanarak uyumak...Kimi cocuk icin masal olan seyler kimi cocuk icin yasam tarzi olabiliyor ya da bu sadece cocuklar icin degil, kucuk-buyuk cogumuz icin bir masal mi demeliydim...Hayat heyhat = )
http://www.hamidsardar.com/portfolios/dark-heavens/colors/
19 Haziran 2012 Salı
Ahlâk'ın Kaynağı / Hüseyin Hatemi
Hüseyin Hatemi
Son günlerdeki tartışmalar gösterdi ki; Ahlâk'ı birçoğumuz 'kendin pişir, kendin ye!' konusu olabilecek bir nesne zannediyoruz. 'Tanrıtanımazlık'dan ancak böyle bir ahlâk anlayışı doğar. Bîçare Sartre'ın'Tanrıtanımaz Varoluşçuluk' kurgusunda olduğu gibi. Bu gibi kurgular beyt-ul-ankebut (örümcek ağı) gibidir. (Ankebut suresi)
Tanrıtanımaz ahlâkçılar, kendileri pişirip kendileri yerken, kendilerine özgürlük tanırlar. Ancak, başkaları da aynı mutlak özgürlükten yararlanıp kendilerine zarar, vermemesi için, 'güçlü' karşısında, Allah'ın koyduğu değişmez ve evrensel ahlâk ilkesine sığınırlar: Lâ zarar......, neminem laedere ilkesi!
Ferdi alanda kendilerini güçlü görenler, mensup oldukları kurt sürüsüne güvenerek, 'kuzu' konumunda olanlar karşısında bu temel ahlâk ilkesini de elbette reddederler: 'Güçlü'nün güçsüzü yok etmesi; Ahlâk'ın temel kanunudur. Böylece güçsüzler, zayıflar tasfiye edilir ve hayatta kalmasını bilenler, 'üstün insan' neslinin doğması için yol açarlar!
Kaba güce dayanan ahlâk; ahlâk değil, ahlâkın reddiyesidir. Bu görüşü tutarlı biçimde ileri sürenler, Sartre'dan daha bîçaredirler. Ancak; insan yaradılışının özünde ilâhi sevgi eğilimi de olduğu için, bu duygularını köreltmemiş olanlar, merhum İkbal'in deyimiyle, 'kalbi mü'min, kafası kâfir' olma çelişkisine de düşerler. Nietzsche'nin ölümüne sebep olan hazin ve asîl müdahaleyi, aşırı yüklü beygirin kamçılanmasına nasıl müdahale ettiğini Azîzan bilirler.
Hüküm Allah'ındır. Nietzsche –ümid ederim ki- delilik ma'zeretiyle sorumluluktan kurtulur.
Evrensel ahlâk ilkelerini kim koymuştur? Tabiat Kanunlarını koyan kim ise, ahlâk normlarını koyan da o'dur. Birisi çıkıp da -Ben yerçekimi Kanunu'nu ilga ettim, percereden atlayıp havada raks edin arkadaşlar! derse ve hemen pencereden atlayan biri çıkarsa o da deli olduğunu göstermiş olur. Evrensel ahlâk ilkelerini ilga ettiğini ilân eden kimselere uyan maalesef çoktur. Çünkü bu atlayış derhal yaptırımla sonuçlanmayabilir, önce paraşütle, âheste âheste 'berzah âlemi'ne intikal edilir, 'Din Günü'ndeki hesaptan sonra da Uluslararası Cehennem Hastahanesi'nin gönderdiği cankurtaranlara (ambülans) binilir.
Allah'ın (Rabbi'nin) kelimesi (sözü) doğruluk (sadık) ve adl ile tamamlandı ve onun kelimelerini değiştirici yoktur. (En'am, 115)
Bazı kardeş ve bacılar daha bu noktada tökezlerler: -Bizim gibi Londra'da, Amerika'da ilâhiyat tahsil etmiş ulemâya, kum ulemâsı gibi tefsir yakışır mı? Biz deriz ki: Adalet, ahlâk gibi kavramlar, Rabbin bize sunduğu içi boş, süslü kutulardır. Yoğusa İslâm'da değişmez ahlâk ilkeleri yoktur. Nâs'ın isti'mali bir huccettir ki onunla amel vâcip olur!
Bazıları bir adım daha atar ve tökezlerler: –Ne münasebet! Elbette Allah neyin günah (haram) olduğunu bize bildirmiştir, ne var ki günah işleme özgürlüğünü de tanımıştır.
Fesübhanallah! Bacı bu ne sözdür? Cana kıymak günah değil midir? Şu halde günah işleme özgürlüğüne saygı göstererek cana kıymayı, başkasına tecavüzü, hırsızlığı cezalandırmayacak mıyız?
Ahlâk ilkeleri ikiye ayrılır: Yaptırımlı olanlar; Hukuk ve Ahlâk'ın ortak ilkeleri demek olan Tabii (İlâhi-Fıtrî) Hukuk ilkeleridir ve 'kimseye zarar vermeme', dolayısıyla 'cana kıymama' ilkesi de bu cümledendir.
Bir de yaptırımsız olan 'ahlâki vazifeler' vardır ki ancak bunlar için 'bu bir rıza lokmasıdır....' diyebiliriz. Bunların karşılığı, mükafat olarak ilahi sevgide ilerlemedir.
Mü'minlerin; temel ahlâk ilkelerini ateistlerden öğrenmiş olması da muazzam bir hüsnü kuruntudur. Bahçe biziz, gül bizdedir. Ahlâk ilkelerini bağışlayan da Vedûd, Rahman, Rahîm olan Rabbimizdir.
Ancak, biz de bundan sonraki adımda tökezlemeyelim! Bu noktada tökezlememek münâfıklar için muhâldir. Onlar kasden tökezlerler. Bir de gafiller tökezlerler ve çifte ölçütlülük batağına saplanırlar. Münâfıklar çifte ölçütlülüğü bilerek seçerler. Namus (töre) cinayetlerini savunan, 'Nataşa' adını verdiği kadın ve kızları istismar eden, nüfuzu su-i isti'mal kapsamında, kendilerine emanet edilmiş kızlara tasallut ve tecavüz eden kimseler vardır ki ahlâksızlıklarının delilini ortadan kaldırabilmek için rahim tahliyesini de dokunulmaz kişi hürriyeti kapsamına almaya çalışırlar. Oysa, 'alâk' konumuna gelmiş olan embryo, insan adayıdır ve bundan sonra ancak ananın hayatı için ciddi bir tehlike varsa rahim tahliyesine başvurulabilir. Çocuk dünyaya getirmek istemeyenler embryo rahim duvarına tutunmadan önce derhal harekete geçebilirlerse geçsinler. Tutunduktan sonra onu oradan kopartıp çöpe atarlarsa, cahiliyye devrinde kızlarını öldüren kimselerin derekesine düşerler. Kürtaj; doğum kontrolü yöntemi değil, ancak zaruret halinde anayı kurtarmak için başvurulabilecek bir yoldur.
Kendilerine emanet (yöneticilik) görevi tevdi edilenler de kendileri ahlaklı davranmakla yetinip yine çifte ölçüt kullanarak ahlâksızlara kamu görevi verirlerse, ahlâk savunuculukları inandırıcı olmaz.
Ne var ki bu tutumları doğruyu, hakkı söyledikleri noktada haksız oldukları sonucuna da vardırmaz.
Sadece Hakk'ı savunanlar ve davranışlarında da tutarlı olanlar,
Hazret-i Emir'in yolunu izleyenlerdir.
Ali gibi er gerek işbu sırra eresi!
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?t=12.06.2012&y=HuseyinHatemi
Son günlerdeki tartışmalar gösterdi ki; Ahlâk'ı birçoğumuz 'kendin pişir, kendin ye!' konusu olabilecek bir nesne zannediyoruz. 'Tanrıtanımazlık'dan ancak böyle bir ahlâk anlayışı doğar. Bîçare Sartre'ın'Tanrıtanımaz Varoluşçuluk' kurgusunda olduğu gibi. Bu gibi kurgular beyt-ul-ankebut (örümcek ağı) gibidir. (Ankebut suresi)
Tanrıtanımaz ahlâkçılar, kendileri pişirip kendileri yerken, kendilerine özgürlük tanırlar. Ancak, başkaları da aynı mutlak özgürlükten yararlanıp kendilerine zarar, vermemesi için, 'güçlü' karşısında, Allah'ın koyduğu değişmez ve evrensel ahlâk ilkesine sığınırlar: Lâ zarar......, neminem laedere ilkesi!
Ferdi alanda kendilerini güçlü görenler, mensup oldukları kurt sürüsüne güvenerek, 'kuzu' konumunda olanlar karşısında bu temel ahlâk ilkesini de elbette reddederler: 'Güçlü'nün güçsüzü yok etmesi; Ahlâk'ın temel kanunudur. Böylece güçsüzler, zayıflar tasfiye edilir ve hayatta kalmasını bilenler, 'üstün insan' neslinin doğması için yol açarlar!
Kaba güce dayanan ahlâk; ahlâk değil, ahlâkın reddiyesidir. Bu görüşü tutarlı biçimde ileri sürenler, Sartre'dan daha bîçaredirler. Ancak; insan yaradılışının özünde ilâhi sevgi eğilimi de olduğu için, bu duygularını köreltmemiş olanlar, merhum İkbal'in deyimiyle, 'kalbi mü'min, kafası kâfir' olma çelişkisine de düşerler. Nietzsche'nin ölümüne sebep olan hazin ve asîl müdahaleyi, aşırı yüklü beygirin kamçılanmasına nasıl müdahale ettiğini Azîzan bilirler.
Hüküm Allah'ındır. Nietzsche –ümid ederim ki- delilik ma'zeretiyle sorumluluktan kurtulur.
Evrensel ahlâk ilkelerini kim koymuştur? Tabiat Kanunlarını koyan kim ise, ahlâk normlarını koyan da o'dur. Birisi çıkıp da -Ben yerçekimi Kanunu'nu ilga ettim, percereden atlayıp havada raks edin arkadaşlar! derse ve hemen pencereden atlayan biri çıkarsa o da deli olduğunu göstermiş olur. Evrensel ahlâk ilkelerini ilga ettiğini ilân eden kimselere uyan maalesef çoktur. Çünkü bu atlayış derhal yaptırımla sonuçlanmayabilir, önce paraşütle, âheste âheste 'berzah âlemi'ne intikal edilir, 'Din Günü'ndeki hesaptan sonra da Uluslararası Cehennem Hastahanesi'nin gönderdiği cankurtaranlara (ambülans) binilir.
Allah'ın (Rabbi'nin) kelimesi (sözü) doğruluk (sadık) ve adl ile tamamlandı ve onun kelimelerini değiştirici yoktur. (En'am, 115)
Bazı kardeş ve bacılar daha bu noktada tökezlerler: -Bizim gibi Londra'da, Amerika'da ilâhiyat tahsil etmiş ulemâya, kum ulemâsı gibi tefsir yakışır mı? Biz deriz ki: Adalet, ahlâk gibi kavramlar, Rabbin bize sunduğu içi boş, süslü kutulardır. Yoğusa İslâm'da değişmez ahlâk ilkeleri yoktur. Nâs'ın isti'mali bir huccettir ki onunla amel vâcip olur!
Bazıları bir adım daha atar ve tökezlerler: –Ne münasebet! Elbette Allah neyin günah (haram) olduğunu bize bildirmiştir, ne var ki günah işleme özgürlüğünü de tanımıştır.
Fesübhanallah! Bacı bu ne sözdür? Cana kıymak günah değil midir? Şu halde günah işleme özgürlüğüne saygı göstererek cana kıymayı, başkasına tecavüzü, hırsızlığı cezalandırmayacak mıyız?
Ahlâk ilkeleri ikiye ayrılır: Yaptırımlı olanlar; Hukuk ve Ahlâk'ın ortak ilkeleri demek olan Tabii (İlâhi-Fıtrî) Hukuk ilkeleridir ve 'kimseye zarar vermeme', dolayısıyla 'cana kıymama' ilkesi de bu cümledendir.
Bir de yaptırımsız olan 'ahlâki vazifeler' vardır ki ancak bunlar için 'bu bir rıza lokmasıdır....' diyebiliriz. Bunların karşılığı, mükafat olarak ilahi sevgide ilerlemedir.
Mü'minlerin; temel ahlâk ilkelerini ateistlerden öğrenmiş olması da muazzam bir hüsnü kuruntudur. Bahçe biziz, gül bizdedir. Ahlâk ilkelerini bağışlayan da Vedûd, Rahman, Rahîm olan Rabbimizdir.
Ancak, biz de bundan sonraki adımda tökezlemeyelim! Bu noktada tökezlememek münâfıklar için muhâldir. Onlar kasden tökezlerler. Bir de gafiller tökezlerler ve çifte ölçütlülük batağına saplanırlar. Münâfıklar çifte ölçütlülüğü bilerek seçerler. Namus (töre) cinayetlerini savunan, 'Nataşa' adını verdiği kadın ve kızları istismar eden, nüfuzu su-i isti'mal kapsamında, kendilerine emanet edilmiş kızlara tasallut ve tecavüz eden kimseler vardır ki ahlâksızlıklarının delilini ortadan kaldırabilmek için rahim tahliyesini de dokunulmaz kişi hürriyeti kapsamına almaya çalışırlar. Oysa, 'alâk' konumuna gelmiş olan embryo, insan adayıdır ve bundan sonra ancak ananın hayatı için ciddi bir tehlike varsa rahim tahliyesine başvurulabilir. Çocuk dünyaya getirmek istemeyenler embryo rahim duvarına tutunmadan önce derhal harekete geçebilirlerse geçsinler. Tutunduktan sonra onu oradan kopartıp çöpe atarlarsa, cahiliyye devrinde kızlarını öldüren kimselerin derekesine düşerler. Kürtaj; doğum kontrolü yöntemi değil, ancak zaruret halinde anayı kurtarmak için başvurulabilecek bir yoldur.
Kendilerine emanet (yöneticilik) görevi tevdi edilenler de kendileri ahlaklı davranmakla yetinip yine çifte ölçüt kullanarak ahlâksızlara kamu görevi verirlerse, ahlâk savunuculukları inandırıcı olmaz.
Ne var ki bu tutumları doğruyu, hakkı söyledikleri noktada haksız oldukları sonucuna da vardırmaz.
Sadece Hakk'ı savunanlar ve davranışlarında da tutarlı olanlar,
Hazret-i Emir'in yolunu izleyenlerdir.
Ali gibi er gerek işbu sırra eresi!
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?t=12.06.2012&y=HuseyinHatemi
5 Haziran 2012 Salı
Bavul / Zehra
Bazen bir yola cikarsiniz ve o yol biter ya hani (Tem otoyolu gibi), iste bu yol o yollardan biri degil = ) Bu yol simdilik sonu gozle pek gorulemeyen yollardan biri. Bazen bavulunuzu hazirlarken kendinize `Geliyor muyum yoksa gidiyor muyum? Gitmek mi zor kalmak mi zor? Acaba yerlesik hayata bir gun gecicek miyim?` diye sordugunuz yollardan biri bu yol.
Gelmek guzeldir de gitmek pek kolay olmuyor, olamiyor maalesef. Ozlem, hasret, sevgi, birkac damla gozyasi, kalp buruklugu, vb; bavulla birlikte bunlarida tasiyorsunuz yaninizda ve genelde bu ektekiler kilo sinirini asiyor ama hava yolu sirketindeki gorevliler bunu farkedemiyor ve bu sayede sizde fark odemiyorsunuz = )
Kur`ani Kerim, yolculugun vazgecilmezi, sirt cantasinda yeri her zaman hazir. Ve bu sefer Mutaffifin Suresi okunacak insallah, semadaki meleklere en yakin olunan yerde. Niye Mutaffifin, gecen sabah kahvaltida o sureden bahsedildi de oyuzden.
Kimi zaman sigiyoruz, cogu zaman sigamiyoruz yeryuzune. Ama ferah ve mesut yureklere, rahat birsekilde sigabiliyoruz elhamdulillah. Yurekleri bu kadar genis yaratan Rabbime hamdolsun.
Bavulunuzla seyehat ederken, yolunuzun uzerinde ya da yakinlarinizda, girip sukunet bulabileceginiz, guzel yurekler olmasi dilegiyle..
Zehra
Not: Penguenlere malum olsun, ben annemi hep ozlerim, yanindayken bile = )
1 Haziran 2012 Cuma
Dinler arası diyalog olmaz! / Mehmet Görmez
Mehmet Görmez: Dinler arası diyalog olmaz!
Kazakistan'da konuşan Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, 'Dinler arası diyalog olmaz, din adamları arasında diyalog olur.' diye konuştu.Kazakistan'daki temasları sırasında, Kazakistan Din İşleri Ajansı Başkanı Lama Şerif ile de görüşme fırsatı bulduğunu anlatan Görmez, görüşme sırasında 2 bin 500 kazak din görevlisinin, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından mesleki eğitime tabi tutulması konusunda anlaşmaya vardıklarını söyledi.
Görmez, ''Kazak din görevlilerini burada bir seviye tespit sınavına tabi tutacağız. Aldıkları puaana göre, bunları 1 ile 6 ay arasında burada ya da Türkiye'de mesleki eğitime alacağız'' dedi.
Görmez, Kazakistan Din İşleri Başkanı Lama Şerif'in, din adamlarını ehli sünnet akaidine göre yetiştirmek istediklerini, bu nedenle başka İslam ülkelerinde eğitim gören ilahiyat öğrencilerinin Türkiye'deki ilahiyat fakültelerinde eğitim görmeleri konusunda destek istediğini anlatan Görmez, "Bu konuyu da Türkiye'de YÖK'le görüşeceğim" dedi.
Görmez, Kazakistan'ın başkenti Astana ve Almatı şehirlerinde birer üniversite ile görüşüp buralarda ilahiyat fakültesi kurmak istediklerini de ifade etti.
Kazakistan'da görev yapan Türk din adamlarının vize sorunlarının da gündeme geldiğini anlatan Görmez, ''Umarım bu konuyu da yakın zamanda çözeriz'' diye konuştu.
Kazakistan'ın farklı dini gruplar arasındaki diyalog çalışmasını da önemsediğini ancak bunun yanlış ifade edildiğini anlatan Görmez, ''Dinler arası diyalog olmaz, din adamları arasında diyalog olur. Yani iki farklı dinden din adamı oturup örneğin çevre ile ilgili, savaşlarla ilgili bir konuyu görüşebilir, bu diyalogdur. Ancak dinler arası diyalog olmaz. Dinler birbirine dönüştürülmez, din adamları dünya ile ilgili yaşanan sorunlarla ilgili sorunlarını tartışır'' dedi.
Astana'da oluşturulan Dini Liderler Konseyi'nin de bazı küresel sorunların çözümünde faydası olabileceğini dile getiren Görmez, ''Mühim olan düşmanlıkları, yanlış anlaşılmaları, ötekileştirmeyi bırakarak bir masa etrafında konuşabilmektir'' diye konuştu.
Görmez, günümüz dünyasında dinin yeniden insanların manevi sorunlarının çözümünde etkin rol almaya başladığını bunun da sevindirici olduğunu kaydetti.
AA
http://www.timeturk.com/tr/2012/06/01/mehmet-gormez-dinler-arasi-diyalog-olmaz.html
Not: Helal olsun Mehmet Gormez`e diyorum. Boyle dogru bir sozun Diyanet Isleri Baskanimizin agzindan cikmasi cok onur verici.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)