19 Haziran 2012 Salı

Ahlâk'ın Kaynağı / Hüseyin Hatemi

Hüseyin Hatemi
Son günlerdeki tartışmalar gösterdi ki; Ahlâk'ı birçoğumuz 'kendin pişir, kendin ye!' konusu olabilecek bir nesne zannediyoruz. 'Tanrıtanımazlık'dan ancak böyle bir ahlâk anlayışı doğar. Bîçare Sartre'ın'Tanrıtanımaz Varoluşçuluk' kurgusunda olduğu gibi. Bu gibi kurgular beyt-ul-ankebut (örümcek ağı) gibidir. (Ankebut suresi)

Tanrıtanımaz ahlâkçılar, kendileri pişirip kendileri yerken, kendilerine özgürlük tanırlar. Ancak, başkaları da aynı mutlak özgürlükten yararlanıp kendilerine zarar, vermemesi için, 'güçlü' karşısında, Allah'ın koyduğu değişmez ve evrensel ahlâk ilkesine sığınırlar: Lâ zarar......, neminem laedere ilkesi!

Ferdi alanda kendilerini güçlü görenler, mensup oldukları kurt sürüsüne güvenerek, 'kuzu' konumunda olanlar karşısında bu temel ahlâk ilkesini de elbette reddederler: 'Güçlü'nün güçsüzü yok etmesi; Ahlâk'ın temel kanunudur. Böylece güçsüzler, zayıflar tasfiye edilir ve hayatta kalmasını bilenler, 'üstün insan' neslinin doğması için yol açarlar!

Kaba güce dayanan ahlâk; ahlâk değil, ahlâkın reddiyesidir. Bu görüşü tutarlı biçimde ileri sürenler, Sartre'dan daha bîçaredirler. Ancak; insan yaradılışının özünde ilâhi sevgi eğilimi de olduğu için, bu duygularını köreltmemiş olanlar, merhum İkbal'in deyimiyle, 'kalbi mü'min, kafası kâfir' olma çelişkisine de düşerler. Nietzsche'nin ölümüne sebep olan hazin ve asîl müdahaleyi, aşırı yüklü beygirin kamçılanmasına nasıl müdahale ettiğini Azîzan bilirler.

Hüküm Allah'ındır. Nietzsche –ümid ederim ki- delilik ma'zeretiyle sorumluluktan kurtulur.

Evrensel ahlâk ilkelerini kim koymuştur? Tabiat Kanunlarını koyan kim ise, ahlâk normlarını koyan da o'dur. Birisi çıkıp da -Ben yerçekimi Kanunu'nu ilga ettim, percereden atlayıp havada raks edin arkadaşlar! derse ve hemen pencereden atlayan biri çıkarsa o da deli olduğunu göstermiş olur. Evrensel ahlâk ilkelerini ilga ettiğini ilân eden kimselere uyan maalesef çoktur. Çünkü bu atlayış derhal yaptırımla sonuçlanmayabilir, önce paraşütle, âheste âheste 'berzah âlemi'ne intikal edilir, 'Din Günü'ndeki hesaptan sonra da Uluslararası Cehennem Hastahanesi'nin gönderdiği cankurtaranlara (ambülans) binilir.

Allah'ın (Rabbi'nin) kelimesi (sözü) doğruluk (sadık) ve adl ile tamamlandı ve onun kelimelerini değiştirici yoktur. (En'am, 115)

Bazı kardeş ve bacılar daha bu noktada tökezlerler: -Bizim gibi Londra'da, Amerika'da ilâhiyat tahsil etmiş ulemâya, kum ulemâsı gibi tefsir yakışır mı? Biz deriz ki: Adalet, ahlâk gibi kavramlar, Rabbin bize sunduğu içi boş, süslü kutulardır. Yoğusa İslâm'da değişmez ahlâk ilkeleri yoktur. Nâs'ın isti'mali bir huccettir ki onunla amel vâcip olur!

Bazıları bir adım daha atar ve tökezlerler: –Ne münasebet! Elbette Allah neyin günah (haram) olduğunu bize bildirmiştir, ne var ki günah işleme özgürlüğünü de tanımıştır.

Fesübhanallah! Bacı bu ne sözdür? Cana kıymak günah değil midir? Şu halde günah işleme özgürlüğüne saygı göstererek cana kıymayı, başkasına tecavüzü, hırsızlığı cezalandırmayacak mıyız?

Ahlâk ilkeleri ikiye ayrılır: Yaptırımlı olanlar; Hukuk ve Ahlâk'ın ortak ilkeleri demek olan Tabii (İlâhi-Fıtrî) Hukuk ilkeleridir ve 'kimseye zarar vermeme', dolayısıyla 'cana kıymama' ilkesi de bu cümledendir.

Bir de yaptırımsız olan 'ahlâki vazifeler' vardır ki ancak bunlar için 'bu bir rıza lokmasıdır....' diyebiliriz. Bunların karşılığı, mükafat olarak ilahi sevgide ilerlemedir.

Mü'minlerin; temel ahlâk ilkelerini ateistlerden öğrenmiş olması da muazzam bir hüsnü kuruntudur. Bahçe biziz, gül bizdedir. Ahlâk ilkelerini bağışlayan da Vedûd, Rahman, Rahîm olan Rabbimizdir.

Ancak, biz de bundan sonraki adımda tökezlemeyelim! Bu noktada tökezlememek münâfıklar için muhâldir. Onlar kasden tökezlerler. Bir de gafiller tökezlerler ve çifte ölçütlülük batağına saplanırlar. Münâfıklar çifte ölçütlülüğü bilerek seçerler. Namus (töre) cinayetlerini savunan, 'Nataşa' adını verdiği kadın ve kızları istismar eden, nüfuzu su-i isti'mal kapsamında, kendilerine emanet edilmiş kızlara tasallut ve tecavüz eden kimseler vardır ki ahlâksızlıklarının delilini ortadan kaldırabilmek için rahim tahliyesini de dokunulmaz kişi hürriyeti kapsamına almaya çalışırlar. Oysa, 'alâk' konumuna gelmiş olan embryo, insan adayıdır ve bundan sonra ancak ananın hayatı için ciddi bir tehlike varsa rahim tahliyesine başvurulabilir. Çocuk dünyaya getirmek istemeyenler embryo rahim duvarına tutunmadan önce derhal harekete geçebilirlerse geçsinler. Tutunduktan sonra onu oradan kopartıp çöpe atarlarsa, cahiliyye devrinde kızlarını öldüren kimselerin derekesine düşerler. Kürtaj; doğum kontrolü yöntemi değil, ancak zaruret halinde anayı kurtarmak için başvurulabilecek bir yoldur.

Kendilerine emanet (yöneticilik) görevi tevdi edilenler de kendileri ahlaklı davranmakla yetinip yine çifte ölçüt kullanarak ahlâksızlara kamu görevi verirlerse, ahlâk savunuculukları inandırıcı olmaz.

Ne var ki bu tutumları doğruyu, hakkı söyledikleri noktada haksız oldukları sonucuna da vardırmaz.

Sadece Hakk'ı savunanlar ve davranışlarında da tutarlı olanlar,

Hazret-i Emir'in yolunu izleyenlerdir.

Ali gibi er gerek işbu sırra eresi!

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?t=12.06.2012&y=HuseyinHatemi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder