31 Temmuz 2012 Salı

Kudüs'te Ramazan / Akif Emre




Akif Emre

Orucun mekanla, coğrafyayla ilişkisi ruhun bedenle ilişkisinden izler taşır sanki. Göğün, ayın, güneşin kozmik alemin oruca doğrudan etkisi olduğunu pek düşünmemişizdir. Ne de olsa artık zamanın geldiğini yahut apansızın geçişini saatlere bakarak anlıyoruz. Kozmik evrenle ilişkimiz koptu. En son ne zaman yıldız görmüştük? Şehrin sahte ışıltısı yıldızlardan, göklerin derinliğinden, sonsuzluktan göz kırparcasına parıldayan muhteşem gök atlasından mahrum etti bizi. Bu gök kubbenin seyrine göre oruç tutar, namaz kılar; yüceliği, sonsuzluğu, kudreti ve acziyeti hissederiz. Göklerle teması kesilen modern insanın ötelerle ilişkisi de anlam kaybediyor.

Coğrafyalar da orucu etkiler. Zaman devran ederek her coğrafyanın iklimini sırayla hissettirir bize. Ay takvimi bu nedenle muhteşem bir deneyim sunar sabit takvimlere göre. Coğrafyanın, şehirlerin, mekanların oruçla ilişkisi birebir insanın yaratıcısı ile kurduğu ilişkiyi yansıtır.
Her şehrin bir orucu vardır. Şehirler de oruç tutar.

Bugünlerde Kudüs'ün orucu Mekke'den, Medine'den farklı!

Farklı bir gurbet orucu tutuyor Kudüs; yeryüzü sürgünlüğünün orucu...

Kudüslüler Kudüs'ü oruç iklimine taşıyor, ama Kudüslülerin kendisi mahpus ve sürgün. Oruçla özgürleşiyor Kudüs. Özgür bedeni kuşatılmış olsa da Kudüs göklerin derinliklerine açılan nebevi kapı. Göklerle buluşulan dünyanın sonsuza açılan kubbesi orda çünkü...

Peygamberlerin izleri orda... Hz. İsa nasıl göklere çekildi ise, Hz. Muhammed nasıl göklere buradan yükseldi ise Kudüs'ün göklere açılan her müminin kalbine çıkan kapısı dikenli tellerle çevrili....

Zincire vurulsa ne olur; Kubbetü's Sahra'nın altındaki kaya hala orada değil mi ki? Mescid-i Aksa kapısında işgalin karabasanları dolaşsa da nebevi hakikatin kutlu mekanı orası...

Kudüs'ün çarşıları kadim dünyanın tüm izlerini taşırken o, insanlığın varoluş serüveninde var olan şeyin ne olduğunun işaretlerini verir. İnsanın ayak izlerini sürersiniz Via Dolorosa'da... Kıyamet Kilisesi reformasyon öncesi Doğu Hıristiyanlığının tüm izlerini barındırsa da hala bir Ömer adaletini simgeler. Penceresinde asılı duran merdiven Osmanlı düzeninin son basamaklarıdır...

Bir Ermeni patriğinin tabiri ile 'Batı bid'atı' ne kadar nüfuz etmeye çalışırsa çalışsın Kudüs hala Doğulu... Batı Hıristiyanlığı da meşruiyetini Kudüs'te aramıştı, yok sayamazdı.

Kıyamet Kilisesi'ndeki Osmanlı düzeninin son basamakları Yahudileri de Ağlama Duvarı'na getirmişti. Zeytindağı'ndan şehre bakmaktan öte sürgünlerini aşamayan Yahudiler, Ağlama Duvarı önünde Kanuni sayesinde saf tutabileceklerdir.

Kudüs çarşısı; yaşayan Kudüs'ün, Müslüman Kudüs'ün, o muhteşem Mescid-i Aksa avlusunun etrafını kuşatan hayatın içindeki şehrin kalbidir. Unutulmuşluğa terk edilmiş Kudüs'ü, asli halini yaşatan, direnen Kudüs'ün hayat bulduğu daracık sokaklardaki hareketliliklerde anlarsınız. Tezgahının başındaki Arap esnaf sadece rızkını aramaz, Kudüs'ü savunur orda.

İşgale, Siyonizm'e, yalıtılmışlığa, baskıya, her an işkenceci sorgucunun önünde hesap verme tehlikesine karşı savunur. Tehlikeli bir ticarettir Kudüs çarşısında ayakta kalabilmek. Hayatın bedelini peşin ödemektir Kudüs'te yaşamak.

Yıllar önce belki de Türkiye'nin ilk Kudüs belgeseli için çekimlere gittiğimde, bir sahur sofrasında Kudüslü Araplarla biraraya gelmiştim. Hemen hepsinin en az bir kere zindan deneyimi vardı ve her an basılıp götürülmeyeceklerinin bir garantisi yoktu. Bu hal, havf ve reca arasında oruç tutmak, yani yerle gök arasında gerilmiş Kudüs'te yaşamak demekti.

Çarşıdaki esnafın Kudüs'ün hangi köşesinde ne olduğuna dair, mesela bizim hangi köşede işgal askeriyle sorun yaşadığımızı, tartıştığımızı daha sonra bize anlatabilen bir dikkat üzere olmaları hep şaşırtmıştır.

Tüm gün belki de hiç satış yapamayan ve hiç tanışmadığımız esnafın her gün kepenk indirirken mutlaka evine iftara çağırmasındaki cömertliği, zenginliği, yürek büyüklüğünü hiç unutmayacağım.

Bir de, Şam Kapısı'na yakın bir yerde, eski Arap konağından dönüştürülmüş, kaldığım oteldeki görevli gencin sözlerini... Sahur için uyandırıldığımda arkadaşımdan başka kimsenin sahura kalkmadığını (müşterileri Batılı Hıristiyan turistlerdi) görünce, sırf bizim için zahmet olduğunu söylememe karşılık; 'önemli değil, yeter ki oruç için hizmet edelim, Yahudilere bile hizmet etmek zorunda kalıyoruz' demişti.

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=28.07.2012&y=AkifEmre

29 Temmuz 2012 Pazar

Kitap: Hz. Muhammedin (S.A.V.) Hayatı ve İslam Daveti


Hz. Muhammedin (S.A.V.) Hayatı ve İslam Daveti & Mekke ve Medine Dönemi (2 Cilt)
Celaleddin Vatandaş 


O, Allah’ın, insanlara, dünya ve ahiret hayatlarını ‘esenlik yurdu’ (Yunus, 10:25) kılacak yolu göstermek için gönderdiği elçilerinin sonuncusu Hz. Muhammed (s)’den başkası değildi. Söz konusu olay ise, O’nun, Allah’ın elçisi olarak seçildiğini bildiren ve böylelikle insanlara mutlak hakikâtleri bildirme sürecini başlatan vahiyle ilk defa muhatap oluşuydu. Bu olayı, yani ilk vahyin gelişini takiben, kıyamete kadar ki zaman içerisinde yaşayacak bütün insanlar için gerçek mutluluğun, adaletin, huzurun, güvenin, iyiliğin, güzelliğin... yolunu gösterecek ilâhî bilgiler yirmi yılı aşkın süreyle vahyolundu. Vahyolunan her ayetle bireysel ve toplumsal hayatın olması gereken en mükemmel şekli, en güzel muhtevası bildirildi, açıklandı, gösterildi. Vahyolunan ayetler ve o ayetlerin oluşturduğu Kur’an önce elçisini eğitip yetiştirdi. O’nun ilâhî talimatlarıyla mükemmelleşen ve tüm insanlık için en güzel model haline gelen uygulamaları ve yaşantısı ise ilâhî bilginin pratiğe aktarılışı olarak anlam kazandı. Böylelikle, insanlığa sunulan dosdoğru ve en güzel hayat tarzı, teorik esaslar halinde insanlara bildirilen bir bilgi yığını olmaktan çıktı; ilâhî bilgi O’nun şahsında en mükemmel modelini buldu; insanlık O’nun şahsında bir insanın ulaşabileceği en mükemmel aşamaya erişti.


Bu eseri okudum ve tekrar okuyorum. Israrla okunmasini ve kitapliklarda bulunmasini tavsiye ediyorum.
Not: Isterseniz bu eseri Ramazan ayi dolayisiyla %45 indirimle okuyuculara sunan ilknokta` dan da temin edebilirsiniz.
http://www.ilknokta.com/kitap/134645/Hz-Muhammedin-S-A-V-Hayati-ve-Islam-Daveti-Mekke-ve-Medine-Donemi-2-Cilt.html


26 Temmuz 2012 Perşembe

Bu senenin imtihanı / Gökhan Özcan

Gökhan Özcan

Gazze, Pakistan, Somali ve bu yıl da Suriye ve Arakan... Her Ramazan ayı bir başka acı imtihanla kapımızı çalıyor. Yapabilenlerimiz kısa bir zaman içinde bu bölgelere ulaşarak faaliyetlerini başlatan yardım teşkilatlarımıza karınca kararınca maddi destek sağlamaya çalışıyor. Sosyal medya üzerinden yaşanan acı hadiseleri paylaşarak duyurmaya, belli bir şuur zemini oluşturma gayretinde olanlar da var. Bir çoğumuz içinse bütün bu olan biten ekran karşısında kederlenmeyi, öfkelenmeyi, kahırlanmayı getiren bir acı seyirlik... Sadece bundan ibaret değil belki ama bundan çok fazlası da değil... Daha fazlası yapılabilir mi peki? Elbette yapılabilir. Bunun için en kestirme ve yararlı yol; yardım teşkilatlarımızın açtıkları kampanyalara imkan ölçüsünde ve hatta imkanları zorlayarak maddi katkıda bulunmak olacaktır. Yardım teşkilatlarımız bu nevi acı tecrübeler noktasında gerçekten engin bir deneyime sahipler. Kısa zaman içinde bütün bu acı coğrafyalarında organize olarak ihtiyaç sahibi insanlara yardım ellerini uzatabiliyorlar. Yardım için toplanan para, mal veya hizmet, eskisi gibi sağda solda telef edilmiyor; aksine en hızlı biçimde ve en doğru yolla ihtiyaç sahiplerine ulaştırılıyor.

Bu çok yönlü gelişimin sağlanmasında elbette yardımsever insanlarımızın yoğun ilgi ve desteğinin büyük payı var. Ancak gelinebilecek son noktanın burası olduğunu da söyleyemeyiz. Özellikle sıkıntıların sıcak olarak yaşandığı dönemlerde bu hassasiyetin toplumumuzda çok daha yaygın bir şekilde yaşanması, yaygınlaşması mümkündür ve lazımdır.

Şu bir gerçek ki bizler, istisnai bir coğrafyada ve neredeyse hiçbir eksiğimiz olmadan yaşayıp gidiyoruz. Hiç sıkıntımız yok mu? Elbette var. Ama büyük ekseriyeti yoksullukla, açlıkla, susuzlukla, ölümcül hastalıklarla, savaşla, baskıyla ve zulümle yüz yüze yaşayan başka dünya milletleri ve toplumları kadar hayati değil bizim sıkıntılarımız. Afet ve felaket zamanları dışında hepimiz öyle ya da böyle hayatımızı sürdürecek imkanlara sahibiz. Zenginimiz de var, yoksulumuz da var. Belki çok ciddi sıkıntılar içinde yaşayan biçare insanlarımız da var. Ancak onların mahrumiyetleri yokluktan, kıtlıktan, imkansızlıktan değil, olanı aramızda adil paylaşamamamızdan. Yoksa asırlardır üstünde yaşadığımız bu topraklar kimseyi aç ve açıkta bırakmayacak kadar bereketli topraklar.

Bizlere lütfedilen nimetlerin farkında olmak, bu şuurla her an hamdetmek, şükretmek, durumundayız. Dilimizden dökülen hamd ve şükür kelimeleri hiç kuşku yok ki çok önemli ve değerli... Ancak yeterli değil. Elimizdekini ihtiyaç sahipleriyle paylaşmak zorundayız. Zorundayız çünkü elimizdekilerin asıl sahibi değil emanetçisiyiz. İhtiyaç sahipleri nasıl yoklukla, yoksullukla, yoksunlukla imtihan ediliyorsa, bizler de bize lütfedilen bütün o nimetlerle imtihan ediyoruz. Her şeyin sahibi Allah... Madem emanetçiyiz, olmayandan esirgediğimiz her şeyi aslında gaspetmiş oluyoruz.

Paramızı aslında hiç de ihtiyacımız olmayan bir sürü şeyle çarçur ediyoruz. Mal mülk edinmek için köpüren ihtiraslarımıza bir türlü gem vuramıyoruz. Sofralarımızda bizi doyuracak olandan çok daha fazla tabak var. Her birimiz, farkında olalım ya da olmayalım, tam teşekküllü bir tüketim canavarına dönüştük. Biraz dursak, düşünsek, hiç değilse azdan biraz daha çok fedakarlık edebilsek ihtiraslarımızdan, hem birçok yara kapanacak dünyada, hem bizim hayatlarımız da çok daha bereketli olacak.

Şu sıcak Ramazan günlerinde, mahrumiyet içindeki insanların feryadı bile uyandıramıyorsa bizi, başka ne uyandıracak?

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Olimpiyat ateşinde iftar / Akif Emre


Akif Emre

Olimpiyat fikri, modern Avrupa'nın evrensellik iddiasını temellendirdiği sembolik değeri hayli yüksek bir mittir. Olimpiyat ateşi, olimpiyat oyunlarından önce Yunanistan'dan yola çıkarak tüm dünyayı dolaşır, böylece Avrupa merkezli pagan evrensellik ateşi, tüm kalpleri tutuşturan bir kardeşlik ateşine dönüşür. Avrupa medeniyetinin bu kendinden menkul evrensellik iddiasının kardeşlik, eşitlik, barış idealleri olimpiyat oyunları ile zirveye çıkmış olur. 19 yüzyılın bitimine az kala yeniden icat edilen olimpiyat oyunları birbiriyle boğuşan Avrupalılar arasındaki savaşı engelleyici bir ortak fikir olarak ortaya atıldı ve Atina'da ilk olimpiyat oyunları 1896'da yapıldı.

Malum, Batı medeniyetinin, yeniden icat edilmiş bir değer olarak, en önemli ayaklarından biri Yunan düşüncesidir. Atina, Roma ve Kudüs'ün temsil ettiği bir Avrupa medeniyeti formülasyonunda Atina Yunan felsefesini, Roma hukuku, Kudüs Yahudi-Hıristiyan geleneğini temsil eder.

Olimpiyat ateşinin karşılanışını ilk kez Selanik'te izlemiştim. Törenlerde içkin pagan ruhunu görmemek imkansız. Adeta bir pagan ayinine benzer bir huşu ve sembolizm yüklü törenlerin tüm dünya için evrensel değer olarak sunulabilmesi de Batı'nın başarısı.

Olimpiyat oyunlarının bugünkü anlamıyla bu sembolizme sıkıştırılamayacağını iddia edenler çıkabilir. Kısmen doğru da olsa olimpiyat meşalesinin fikrî nesebine yapılan sürekli vurguya bakılırsa olimpiyat komitesinin bu görüşte olmadığı açık. Aynı zamanda uluslararası rekabetin, güç gösterisinin arenası olduğu da muhakkak. Aldığınız madalya kadar ülkenin prestiji ve tanıtımına katkı sağlıyorsunuz. Olayın pratik sonuçlarından çok bu fikri doğuran uygarlığın buna yüklediği anlamı sorgulamanın daha anlamlı olduğu fikrindeyim.

İslam dünyasından gelen sporcuların kendi değerleri ile 'evrensel olimpiyat değerleri' arasındaki büyük çelişki bile bu düşüncenin tüm dünyaya dayatılmış evrensellik safsatasının hiç de nötr bir kavram olmadığını göstermeye kafi.

Sonuçta olimpiyat oyunları da pek çok Batı kaynaklı etkinlik gibi küresel bir organizasyona dönüşmüştür; devletler, masumane görünen spor karşılaşmalarındaki başarıları oranında dünya gündeminde yer tutmaktadır. Özellikle soğuk savaş dönemindeki madalya tartışmalarının nasıl propagandaya dönüştüğünü hepimiz çok iyi hatırlıyoruz. Bugün de değişen bir şey yok.

İnsanlık, medya kanalıyla 'yaşanabilir dünyanın ne olduğuna' ikna edilmek üzere olimpiyatlardaki performanslara bakıyor. Sporun insani bir etkinlik olmaktan çıkıp politik bir argüman haline getirilişinin göstergesi... Dahası spor, insan doğasını zorlayan sınırlarda rekor sapkınlığına tırmanmış; evrensel bir ölçü olmaktan çıkıp seçilmiş az sayıda sporcunun, doğasına yabancılaşması pahasına, bayrağını dünyaya tanıtacağı bir araç haline gelmiştir. İnsan bedenini alabildiğine abartan bir medeniyetin varacağı kaçınılmaz sonuç: Bedenin yabancılaşması...

Türkiye, ilk kez 1908'de katıldığı yarışmalarda, bu yıl en yüksek sayıda sporcu ile temsil ediliyor. Bu vesile ile sporculara iftar bile verildi. Ev sahibi Başbakan'ın, olimpiyatla, düşüncesinin ardındaki pagan fikrinden çok orada alınacak madalya sayısı ve Türkiye'nin temsiliyetinden dolayı ilgili olduğu muhakkak. Sporun, spor olmaktan çıkıp dış politika aracı haline geldiği bir ortamda 'olimpiyatlar bizim neyimiz olur' deme lüksü yok Ankara'nın. Hele ki devletin temel ekseninin Batı uygarlığına dahil olmak olarak görüldüğü bir ülkede...

Burada daha dikkat çeken husus, sporculara verilen iftarda yapılan tespitlerdi: 'Londra 2012 Olimpiyatları'na tarihimizde en fazla kadın sporcu ile katılıyoruz. Bu da Türkiye'nin İslam dünyasında farklılığını ortaya koyması bakımından önemli.' Yönünü Batı'ya çevirmiş, AB ile müzakerelerde bulunan bir ülkenin Başbakanının olimpiyatların felsefi temellerini sorgulamasını beklemek hakkımız değil elbette.

Ancak Türkiye'nin kadın sporcu sayısı ile İslam dünyası arasında bir kıyaslamaya gitmesinin anlaşılır bir yanını göremiyorum. Modernleşme projesinin kadın bedeni üzerinden gerçekleştirildiği tarihsel tecrübe bir yana, kadın sporcu sayısı ile İslam dünyası arasındaki farkımızı kıyaslamanın yaptığı çağrışım, 19. yüzyıl beyaz adam efsanesini hatırlatıyor. Türkiye neden başka kültürlerle kıyaslanmıyor da İslam dünyası ile kıyaslanıyor? Yahut kadın sporcunun fazla olması kendi başına bir değer midir? Tam tersinden bakıldığında, İslam dünyansın değerleri açısından, Türkiye'nin nelerden uzaklaştığının göstergesi olmaz mı?

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Âl-i İmrân Suresi



وَلِلَّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۗ وَاللَّهُ عَلَىٰ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌإِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَاخْتِلَافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَآيَاتٍ لِأُولِي الْأَلْبَابِ لَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللَّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىٰ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ رَبَّنَا إِنَّكَ مَنْ تُدْخِلِ النَّارَ فَقَدْ أَخْزَيْتَهُ ۖ وَمَا لِلظَّالِمِينَ مِنْ أَنْصَارٍ رَبَّنَا إِنَّنَا سَمِعْنَا مُنَادِيًا يُنَادِي لِلْإِيمَانِ أَنْ آمِنُوا بِرَبِّكُمْ فَآمَنَّا ۚ رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الْأَبْرَارِ رَبَّنَا وَآتِنَا مَا وَعَدْتَنَا عَلَىٰ رُسُلِكَ وَلَا تُخْزِنَا يَوْمَ الْقِيَامَةِ ۗ إِنَّكَ لَا تُخْلِفُ الْمِيعَادَ فَاسْتَجَابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ أَنِّي لَا أُضِيعُ عَمَلَ عَامِلٍ مِنْكُمْ مِنْ ذَكَرٍ أَوْ أُنْثَىٰ ۖ بَعْضُكُمْمِنْ بَعْضٍ ۖ فَالَّذِينَ هَاجَرُوا وَأُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَأُوذُوا فِي سَبِيلِي وَقَاتَلُواوَقُتِلُوا لَأُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّئَاتِهِمْ وَلَأُدْخِلَنَّهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ ثَوَابًا مِنْ عِنْدِ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الثَّوَابِ لَا يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي الْبِلَادِ مَتَاعٌ قَلِيلٌ ثُمَّ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ ۚ وَبِئْسَ الْمِهَادُ لَٰكِنِ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا نُزُلًا مِنْ عِنْدِ اللَّهِ ۗ وَمَا عِنْدَ اللَّهِ خَيْرٌ لِلْأَبْرَارِ وَإِنَّ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ لَمَنْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَمَا أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ وَمَا أُنْزِلَ إِلَيْهِمْ خَاشِعِينَلِلَّهِ لَا يَشْتَرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ ثَمَنًا قَلِيلًا ۗ أُولَٰئِكَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ ۗ إِنَّاللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اصْبِرُوا وَصَابِرُوا وَرَابِطُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
~~~~ ~~~~ ~~~~ ~~~~ ~~~~ ~~~~ ~~~~ ~~~~ ~~~~ ~~~~ ~~~~ ~~~~ ~~~~

189 GÖKLERDE ve yeryüzünde hükümranlık Allah'a aittir: ve Allah, her şeyi yapmaya kâdirdir.

190 Kuşkusuz, göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün birbirini izlemesinde derin kavrayış sahipleri için alınacak dersler vardır,

191 Onlar ki ayakta dururken, otururken ve uyumak için uzandıklarında Allah'ı anar, [ve] göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde inceden inceye düşünürler: “Ey Rabbimiz! Sen bunları[n hiç birini] anlamsız ve amaçsız yaratmadın. Sen yücelikte sınırsızsın! Bizi ateşin azabından koru!”

192 “Ey Rabbimiz! Kimi ateşe mahkum edersen, kuşkusuz, onu [bu dünyada] alçaltmış olursun: Ve bu zalimler, hiçbir yardımcı da bulamazlar.”

193 “Ey Rabbimiz! [Bizi] imana çağıran bir ses duyduk; ‘Rabbinize iman edin!’ Ve böylece imana geldik. Ey Rabbimiz! Günahlarımızdan ötürü bizi affet ve kötülüklerimizi sil; ve gerçek erdem sahipleri olarak canımızı al!”

194 “Ey Rabbimiz! Elçilerin vasıtasıyla vaad ettiğin şeyi bize bahşet ve Kıyamet Günü bizi mahcup etme! Şüphesiz, sen sözünden asla caymazsın!”

195 Ve Rableri onların dualarını şöyle cevaplar: “İster erkek, ister kadın olsun, [Benim yolumda] çaba gösterenlerden hiç kimsenin çabasını boşa çıkarmayacağım: [çünkü] hepiniz birbirinizin soyundan gelirsiniz. Zulüm ve kötülük diyarından kaçanlara, yurtlarından sürülenlere, Benim yolumda eziyet çekenlere ve [bu yolda] savaşıp öldürülenlere gelince; onların kötülüklerini mutlaka sileceğim ve onları, Allah'tan bir mükafat olarak, içinden ırmaklar akan hasbahçelere sokacağım: Zira mükafatların en güzeli, Allah katında olanıdır.”

196 HAKİKATİ inkara şartlanmış olanların yeryüzünde dilediklerini yapabilir görünmeleri, seni yanıltmasın:

197 o, gelip geçici bir tatmin[den ibaret]tir, ama sonunda varacakları yer cehennemdir -o, ne kötü bir meskendir!-

198 Ama Rablerine karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar, içinden ırmaklar akan hasbahçelere kavuşacaklardır: Allah'tan ne güzel bir karşılama! Ve Allah katında olan, gerçek erdem sahipleri için en hayırlı olandır.

199 Doğrusu, geçmiş vahyin mensupları arasında [gerçekten] Allah'a iman edenler ve hem size hem de kendilerine indirilene inananlar vardır. Böyleleri, Allah'tan korkarlar, O'nun mesajlarını ufak bir kazanç için değiştirmezler. Onların mükafatı, Rableri katındadır; çünkü Allah, hesap görmede hızlıdır!

200 Siz ey imana ermiş olanlar! Zorluklara sabırla katlanın ve birbirinizle sabırda yarışın, [doğru olanı yapmaya] her zaman hazır olun ve Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyun ki mutluluğa erebilesiniz!
~~~~ ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~ 

189 AND UNTO GOD belongs the dominion over the heavens and the earth: and God has the power to will anything.

190 Verily, in the creation of the heavens and the earth, and in the succession of night and day, there are indeed messages for all who are endowed with insight,

191 [and] who remember God when they stand, and when they sit, and when they lie down to sleep, (146) and [thus] reflect on the creation of the heavens and the earth: "O our Sustainer! Thou hast not created [aught of] this without meaning and purpose. (147) Limitless art Thou in Thy glory! Keep us safe, then, from suffering through fire!

192 "O our Sustainer! Whomsoever Thou shalt commit to the fire, him, verily, wilt Thou have brought to disgrace [in this world]; (148) and such evildoers will have none to succour them.

193 "O our Sustainer! Behold, we heard a voice (149) call [us] unto faith, `Believe in your Sustainer!' - and so we came to believe. O our Sustainer! Forgive us, then, our sins, and efface our bad deeds; and let us die the death of the truly virtuous!

194 "And, O our Sustainer, grant us that which Thou hast promised us through Thy apostles, and disgrace us not on Resurrection Day! Verily, Thou never failest to fulfil Thy promise!"

195 And thus does their Sustainer answer their prayer: "I shall not lose sight of the labour of any of you who labours [in My way], be it man or woman: each of you is an issue of the other. (150) Hence, as for those who forsake the domain of evil, (151) and are driven from their homelands, and suffer hurt in My cause, and fight [for it], and are slain - I shall most certainly efface their bad deeds, and shall most certainly bring them into gardens through which running waters flow, as a reward from God: for with God is the most beauteous of rewards."

196 LET IT NOT deceive thee that those who are bent on denying the truth seem to be able to do as they please on earth:

197 it is [but] a brief enjoyment, with hell thereafter as their goal - and how vile a resting-place!

198 whereas those who remain conscious of their Sustainer shall have gardens through which running waters flow, therein to abide: a ready welcome from God. And that which is with God is best for the truly virtuous.

199 And, behold, among the followers of earlier revelation there are indeed such as [truly] believe in God, and in that which has been bestowed from on high upon you as well as in that which has been bestowed upon them. Standing in awe of God, they do not barter away God's messages for a trifling gain. They shall have their reward with their Sustainer - for, behold, God is swift in reckoning!

200 O you who have attained to faith! Be patient in adversity, and vie in patience with one another, and be ever ready [to do what is right], and remain conscious of God, so that you might attain to a happy state!
~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~   ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~

*Ayetlere daha derinlemesine bakmak isterseniz, izlemenizi tavsiye ederim.
Münib Engin Noyan (3 Ramazan 1433 İftar)

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Biz Ramazan’ı değil Ramazan bizi değiştirsin / Mehmet Görmez



Ramazan ayının başlamasına birkaç gün kala Diyanet İşleri Başkanlığı Konferans Salonunda bir basın toplantısı düzenleyen Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, önemli açıklamalarda bulundu.

Ramazanın Allah’a yakınlaşma ayı olduğunu belirten Başkan Görmez, “Ramazan, bir kültürdür, bir medeniyettir, bir dünya görüşüdür. Ramazan, İslâm’ın rahmetle yoğrulmuş adaletini, bilgi ve hikmetle bütünleşmiş ahlâkını bütün insanlığa gösteren bir rahmet ve bağışlanma ayıdır.” diye konuştu.

Günümüzde İslâm dünyasında “Ramazanla değişmekle “Ramazanı değiştirmek” arasında gidip gelen yeni bir takdim formunun dikkat çektiğine işaret eden Diyanet İşleri Başkanı Görmez, doğru olanın “Ramazanla değişmek” olduğunu vurguladı. Ramazanın, insanlığa, Allah’a kul olma yolunda önemli bir değişim fırsatı sunduğuna değinen Başkan Görmez, bu fırsatı değerlendirerek değişmek yerine onu değiştirmeye kalkışmanın doğru olmayacağını kaydetti.

Ramazanın Kur’an ve Sünnetle oluşmuş geleneğini koruyalım...

Diyanet İşleri Başkanı Görmez, Ramazanın Kur’an ve Sünnetle oluşmuş geleneği göz ardı eden ve onu aşındırmaya yönelik bazı girişimler bulunduğuna dikkat çeken Başkan Görmez, bu tür anlayışların ciddiyetle ele alınması gerektiğini kaydetti. Başkan Görmez, Ramazanla ilgili etkinliklerin de İslâmî âdab ve gelenek içinde yeni bir değerlendirmeye tabi tutulması gerektiğini vurguladı.

Diyanet İşleri Başkanı Görmez’in konuşmasından öne çıkan başlıklar şöyle:

Değişmek için Ramazanın ruhaniyetine teslim olmak gerekir…

Gösterişli iftar programları, sınıf ve itibar esasına dayalı ihtişamlı davetler, Ramazanı yanlış bir şekilde bir tür eğlence, karnaval ve festival havasında terennüm eden eğilimlerin mevcut gidişatı ciddi olarak dikkat çekmeye başlamıştır. İnsanlık durumumuzu Yüce Rabbimiz indinde tahkim etmenin yolu, lütuf ve ihsan ayı Ramazanın ruhaniyetine ve maneviyatına bihakkın teslim olmak, yeniden yapılanmak ve değişmektir.

Ramazanın coşkusu bir eğlence, şatafat ve gösteriye dönüşmemeli...

Müminlerin bu ayda yaşayacakları coşku ibadetin coşkusudur. İbadetle neşelenen gönüller, müminler arasındaki muhabbeti de pekiştirmelidir. Yoksa Ramazanın coşkusu son zamanlarda ortaya konulduğu şekliyle bir eğlence, şatafat ve gösteriye dönüşmemelidir.

İftar sofraları israf sofralarına dönüşmemeli…

Ramazan ayında icra edilen oruç ibadeti iftarla nihayetlenmektedir. İftarlar kendi mütevazı hâlinde bir ziyafeti barındırmaktadır. Ancak bu iftar sofraları asla israf sofralarına dönüşmemelidir. Zira son yıllarda özellikle büyükşehirlerde gerek otel ve gerekse birçok mekânlarda hazırlanan iftar sofraları kendi içinde israfı ve gösterişi barındırmaktadır.

Hanelerimizi ve gönüllerimizi orucu bizimle idrak eden herkese açık tutalım…

Ramazan iftarlarında aslolan evimizde iftar sofrası kurarak başta ailemiz olmak üzere akraba, eş ve dostlarımızla beraber olmaktır. Evlerimizi ve gönüllerimizi orucu bizimle idrak eden herkese açık tutmalıyız. Ne zenginlik müminler arasında bir statüdür, ne de fakirlik ve yoksulluk sofralarımızı kendileriyle paylaşmadığımız ayrı bir sınıfı oluşturur. Aksine müminlerin ahlâkı, camideki gibi aynı safta olanların her zaman bir ve beraber olmasını esas alır. Bu anlamıyla asgarî ücretle geçinmeye mahkûm edilmişlerle, dar ve darlıkta kalanlar, yoksun bırakılmışlar ve yolda kalanlarla zenginlerin sosyal statülerini din eşit görür ve ibadetlerimizin ihyasını bu eşitliğe göre mümkün oldukça tatbik etmeye bizleri teşvik eder.

Bu anlamıyla Ramazan gerçekten müminlerin bir ve eşit olarak Allah’ı idrak ettikleri ve kendilerine rızık olarak verilen şeyleri mümin kardeşleriyle paylaştıkları bir aydır. Paylaşımın yoğun yaşandığı bu ayda elde edilen ahlâkî meziyetleri bütün zamanlara yaymak biz müminlerden istenen davranışlardır. Elbette sosyal bir gereksinim olarak değişik mekânlarda da bu iftarları yapmak mümkündür. Ancak asıl maksattan uzaklaşılarak yapılan iftarların Ramazanın ruhuna ve maneviyatına uygun olmadığı unutulmamalıdır.

İftar çadırlarının gayesinin dışına çıkarılmasına izin vermeyelim…

Başlangıcı tamamen güzel bir düşüncenin ürünü olarak yoldan geçenlerin ve yolda kalanların bir çorbayla iftarını açmasıyla ilgili kurulan iftar çadırlarının son zamanlarda bu gayenin dışına çıkarak bir gösteri aracına dönüştürülmemesine özellikle kamu hizmeti yapanların dikkat etmesi gerekir.

Dinî hükümlerin ortaya koyulmasında ve tatbikinde aslolan bu hükümlerdeki hikmetlerdir. Hikmeti kaybolan bir hükmün tatbiki İslâm’ın istediği bireysel kemale erme yolculuğuyla oluşacak olan erdemli bir toplumun inşasını var etmez.

Ramazandaki toplumsallaşma reklam, tanıtım ve gösteriye dönüşmemeli…

Ramazan dolayısıyla müminler arasında yaşanan toplumsallaşma doğal ve kaçınılmazdır. Bu tarz sosyallikler doğal seyrinde yaşanmalıdır. Özellikle bu toplumsallaşmalar reklâma, tanıtıma ve gösteri aracına dönüştürülmemelidir. Bütün sosyal, kamusal ve ticarî kuruluşlar her yıl Ramazan ayında yaptıkları hayırlı faaliyetlere devam etmelidirler. Ancak bunu yaparken Ramazanın sükûnetine, huzuruna ve maneviyatına riayet etmelidirler.

Toplu iftarlarımızı çalışanlarımızla beraber yapalım...

Geliniz bu Ramazanda gerek kamu ve özel kuruluşları gerekse ticarî kuruluşlar olarak toplu iftarlarımızı çalışanlarımızla beraber yapalım. Çalışanlarla, işçilerle, memurlarla ve emekçilerle, iş sahiplerinin, patronların, amirlerin ayrı dünyaların insanı olmadıklarını Ramazan dolayısıyla gösterelim. Bu iftarla oluşan manevî atmosferi bütün bir yıla yayarak bu kardeşliğin kalıcı olmasını sağlayalım. Özellikle belirmek isterim ki, yanında beraber çalışanın derdiyle dertlenmeyen, mümin idrakine sahip olmamış kimse demektir. Yanında emeğiyle çalışan birinin darlığını gidermeden sırf desinler diye Ramazan paketini dağıtan bir kişi İslâm’ın infak anlayışını anlamamış demektir. Yoksulluk ve yoksunluğun sadece bir gıda paketiyle giderileceğini düşünmek, İslâm’ın yardımlaşma ve dayanışmasını henüz tam kavrayamadığımız anlamına gelir.

Yardımlaşma ve dayanışma için yeni bir dil…

Şurası unutulmamalıdır ki onuruyla, izzetiyle yoksunluğunu belli etmeden yaşayan nice insanlar vardır. Bu insanları bulmak ve onların onurunu zedelemeden geleceklerinin inşası için çaba göstermek gerekmektedir. Bu anlamıyla yardımlaşma ve dayanışmanın yeni dilinin bulunması önemli bir sosyal sorumluluktur.

Yardımlaşma ahlâkı…

Ramazan ayı, oruç ibadetinin yanında yardımlaşma ve dayanışmayı da içinde barındırmaktadır. Tabiî ki müminlerin zekât ve fitrelerini sorumlulukları doğrultusunda yerine getirme gayretleri önemlidir. Ancak yardımlaşma ve dayanışma asgarî limitlerde ifa edilen zekât ve fitrenin dışında infakı da kapsamaktadır. İnfakla ilgili duyarlılığımızı bu ay vesilesiyle hatırlamalı ve infakta da yarış yapmalıyız. Ancak İslâm, yardımlaşma ve dayanışmanın rastgele yapılmasını değil, ahlâkî bir temele dayalı ifa edilmesini esas alır.

Yardım eden kişinin, yardım ettiği kişinin onurunu koruma mükellefiyeti vardır...

Yardım edenin yardım edilene karşı hiçbir üstünlüğü yoktur. Yardım eden kişinin, yardım ettiği kişinin onurunu koruma mükellefiyeti vardır. Kişilerin itibarının zedelenmesine imkân tanıyan yardım organizasyonlarının İslâm’ın insan haysiyetinin korunması prensibine uygun olmadığı bilinmelidir. Hiçbir sosyal yardım, insan kişiliğinin zedelenmesine asla kapı aralamamalıdır.

Bireyin onuruna yakışanı, kendi ihtiyaçlarını kendisinin almasıdır…

Yardımda esas muhtaç olanın ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Ramazan dolayısıyla son yıllarda her tarafta görünür olan gıda paketleri kişilerin ihtiyaçlarından ziyade belli başlı maddeleri ihtiva etmektedir. Bu paketlerin toplumsal yaraları ne kadar sardığı tartışmalıdır. Bireyin onuruna yakışanı kendi ihtiyaçlarını kendisinin almasıdır. Yardım edenlerin bu hassasiyeti göz önünde bulundurarak toplumsal dayanışmaya katkı vermelerinin insan onuruna daha yakışır olacağı bilinmelidir.

İyi bir insan ve kaliteli mümin olmanın yolları…

Tekrar etmek isterim ki bizler Ramazan ayını değil, Ramazan ayı bizleri değiştirmelidir. Oruç, nefislerimizi terbiye etmeli ve her türlü aşırılıktan ve kötü alışkanlıklardan bizi arındırmalıdır. Bu ay dolayısıyla orucu nelerin bozduğuyla ilgilenmekten ziyade, bozulan kişiliklerimizi orucun hikmetiyle yeniden nasıl onarmamız gerektiğiyle ilgilenmek daha önemlidir. Ramazan vesilesiyle yapılması gerekenler iç dünyamızı dengeleyerek dış dünyamızın da bozulmamasını sağlayacak olan iyi bir insan ve kaliteli mümin olmanın yollarını aramaktır.
Bu Ramazan selâmı yeniden yayalım…

Bu Ramazanda da her Ramazanda olduğu gibi bir değeri ihya etmek, hatırlamak ve hayatımıza dâhil etmek arzusundayız. Bu değer “selâm”dır. Selâm unuttuğumuz, ihmal ettiğimiz, yeterince özen göstermediğimiz bir değer olarak kayıplara karışmış bir İslâmî gelenek olma yolundadır. Oysa selâm tanışmanın, buluşmanın, görüşmenin ilk adımıdır. Selâmla açılmayacak kapı, onunla varılamayacak hedef yoktur. Müminler her durumda ve koşulda birbirlerine selâm vererek güven tazelerler. Birbirlerine merhamet eder, birbirilerinden emin olurlar. Bugün cümle mevcudata karşı perdelenmiş bir ilişkiler ağında selâm yeni bir umut ve taze bir başlangıçtır. Selâm İslâm’ın en temel şiarları arasında yer alır ve müminler birbirlerine selâm verdikleri her seferinde barışa, esenlik ve huzura atıfta bulunurlar. Selâmsız geçmenin küçük düşürücü birer davranış olarak kodlandığı bir dünyadan selâmı bir külfet olarak gören yeni bir dünyaya geçişin bedeli tüm insanlık için ağır olmuştur. Selâmsızlık, telafisi imkânsız hasarlara yol açmıştır. Ramazan ayı vesilesiyle selâmı ihya ederken, bunun bir sonucu olarak da kardeşliklerimizi, dostluklarımızı, yakınlıklarımızı, tanışıklıklarımızı takviye etmiş olacağız.

Medyamızın dinî konuları anlamsız tartışma ve gerilim konusu yapmaktan uzaklaşması sevindirici…

Bu basın toplantısı vesilesiyle burada belirtmeden geçemeyeceğim bir diğer husus da siz medya dünyamızla ilgilidir. Özellikle son yıllarda kamuoyunun hassasiyetine duyarlı kalarak medyamızın, dinî konuları anlamsız tartışma ve gerilim konusu yapmaktan özenle kaçınmaya dikkat etmesi takdire şayandır. Ancak hala bazı istisnaların olduğu da bir gerçektir. Elbette İslâmî konular kamuoyunda konuşulmalı ve gerektiği ölçüde tartışılmalıdır. Ancak bu konuşmalar reyting kaygısı ve magazin boyutunda olmamalıdır. İslâmî konular, İslâmî ahlâk, yüksek bilgi ve hikmet çerçevesinde ele alınmalıdır.

Dinî içerikli programlarda aslolan İslâm’ın genel, kuşatıcı ve doğru anlatılmasıdır…

Ramazan ayında yapılan dinî yayınların kamuoyunu rahatsız edici mahiyetten çıkması sevindirici olmakla birlikte bu tür programların asıl gayesi, sahih dinî bilgileri halka ulaştırmak olmalıdır. Ancak bazı programlarda zaman zaman dinî tecrübede kabul görmemiş birtakım zayıf görüşlerin, tedbiri ikinci bir plâna iten tevekkül anlayışının ve reytingin de etkisiyle hüzün eksenli bir menkıbe ve dramatik din anlayışının öne çıkarıldığı gözlenmektedir. Dinî içerikli programlarda aslolan, İslâm’ın genel, kuşatıcı ve doğru şekilde anlatılması olmalıdır. Bu açıdan gündelik hayatın tüm yönlerini kuşatacak şekilde İslâm’ın ahlâkî prensiplerinin anlatılmasına yönelik bir çaba ve gayretin, bu tür program yapanların sorumluluğunun bir parçası olduğunu hatırlatmak isteriz.


11 Temmuz 2012 Çarşamba

11 Temmuz 1995...Srebrenitsa

 

Bosna-Hersek...11 Temmuz 1995...Srebrenitsa

tamo gdje je sunce, tamo gdje su zvijezde
tamo gdje je nebo bez oblaka
gdje se ciste duse gnijezde
gdje se oci odmicu od mraka
na tu stranu ja okrecem glavu

orada, güneşin doğduğu, yıldızların olduğu o yerde
orada, gökyüzünün o bulutsuz yerinde
temiz ruhların yuva kurduğu o yerde
gözlerin karanlıktan uzak olduğu o yerde
o tarafa çeviriyorum başımı

dino merlin
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~


~ Women Who Refuse to Die ~


İgman Dağı Gibi Adam ~ Mavi Kelebeğin İzinde ~ Kanlı Bayram Srebrenitsa
Adriyatik'ten Çin'e Tarih Yazanlar


10 Temmuz 2012 Salı

Arakan'ı hiç duydunuz mu? / Adem Özköse



Yasaklar ülkesi Arakan'da müslüman halkın evlenmesi, eğitim alması, seyahat ve daha bir çok insani hakkı yasaklar altında. 
Dünya ise bu insanlık dramına sessiz kalıyor...

Osmanlı Devletinin yıkılıp Halifeliğin kaldırılmasının en trajik sonuçlarından biri de, Anadolu insanının İslam Dünyası ile olan dinamik ilişkilerinin bir anda kesilmesi oldu. Yeni bir ulus oluşturmak için insanımızı zihinsel ve fiziksel olarak Misaki Milli Sınırları içine hapseden Resmi İdeoloji, Türkiye Halkının büyük bir Ümmetin parçası olduğu gerçeğini kalplerden silmek için büyük çaba gösterdi.

Bu çabalar kısmi de olsa sonuç verince, ecdadın büyük ilgi gösterdiği farklı coğrafyalardaki Müslüman Halkları unuttuk. Arakan`ı, Arakanlı Müslümanları aramızdan kaç kişi biliyor acaba? Arakanlı Müslümanlar bir zamanlar Arakan İslam Devleti`nin gölgesi altında huzur ve mutluluk içinde yaşıyorlardı. Fakat eski adı Burma yeni adı Myanmar`ın işgaliyle birlikte Arakanlı Müslümanların hayatlarındaki her şey değişti. Bir yerden başka bir yere seyahat etmeleri, hatta evlenmeleri bile yasak olan Arakanlı Müslümanların yaşadıkları, insana `bu kadar da olmaz ki kardeşim`dedirtiyor.

Bir Güneydoğu Asya ülkesi olan Arakan; Bangladeş, Hindistan ve Çin ile komşudur. Arakanlılar geçmişte 50 bin kilometre karelik bir toprak parçasında yaşıyorlardı ve bu bölgeye Arakan deniyordu. Fakat şu an Arakan Halkı 10 bin kilometre karelik bir bölgede yaşıyor. Arakanlı Müslümanların nüfusları da 2 milyona düştü. İslam`ın Arakan`a ilk defa 8. yüzyılda bölgeye gelen Arap tüccarlar ve dervişler vasıtasıyla girdiği tahmin ediliyor. 13. yüzyıla gelindiğinde Arakan Halkı tamemen Müslümanlaştı ve 1430 yılında Arakan İslam Devleti kuruldu. Arakan İslam Devletinin ilk sultanı ise Süleyman Şah`dır. Arakan İslam Devleti 1784 yılına kadar bölgeye hükmetti. Bu dönemde Arakan bir ticaret ve ilim merkezi oldu. Portekizliler, Hollandalılar uzun yıllar Arakanla ticaret yaptılar ve Arakan ekonomik olarak güçlü bir hale geldi

İSLAM DEVLETİNİN HÜZÜNLÜ VEDASI

Bugün petrol ve doğalgaz açısından Güneydoğu Asya`nın en zengin topraklarına sahip olan Arakan, tam 350 yıl İslam`la yönetildi. 17OO`lü yıllardan itibaren Budist Burma Sultanlığı`nın saldırılarına uğramaya başlayan Arakan İslam Devleti, Müslüman Halkın gösterdiği büyük direnişe rağmen 1784 yılında yıkıldı. İslam Devletinin yıkıldığına şahit olan Arakanlı Kadınların günlerce gözyaşı döktükleri rivayet ediliyor. Burma Sultanlığı, Arakan İslam Devleti`ni yıksa da bölgeye tam olarak hâkim olamadı. 19. Yüzyılda Arakan`ı işgal eden yeni sömürgeci güç İngiltere`ydi. Arakan`ı iliklerine kadar sömüren ve Arakanlı Müslümanları maden ocaklarında zorla köle olarak çalıştıran İngiltere, bölgeden ayrılırken Arakan`ı Burma Sultanlığı`na bıraktı. İngiltere, Ortadoğu`da oynadığı oyunun aynısını bu sefer Asya`da oynuyor, burada da cetvellerle sınırlar çizerek ardında kalan sorunlar yumağıyla bölgeyi askeri olarak terk ediyordu.

Haritada Hindistan sınırında gösterilen yeşil alan Arakan'ı gösteriyor

ARAKANLILAR'IN ÇİLE DOLU GÜNLERİ

Myanmar geçmişte Burma Sultanlığı olarak biliniyordu. Fakat Burma Sultanlığını deviren Askeri Yönetim, ülkenin adını Myanmar olarak değiştirdi. Myanmar`ın nüfusu şu an 51 milyon civarında ve Miyanmar halkının yüzde 80`i Budizme inanıyor. Arakan Halkı, İslam Devleti`nin yıkılmasının ardından Budistler tarafından sürekli olarak din değiştirmeye zorlandı. Fakat Arakanlı Müslümanlar her ne pahasına olursa olsun dinlerini terketmediler. Bunun üzerine Burmalı Budistler, askerlerden aldıkları destekle Arakanlı Müslümanlara yönelik büyük bir katliama giriştiler. 28 Mart 1942 yılında ilk olarak Minbya şehrine bağlı Çanbilli Köyü`nde başlayan, daha sonra da bütün Arakan`a yayılan bu katliamda en az 150 bin Arakanlı Müslümanın öldüğü tahmin ediliyor. Bu tarihi katliam esnasında yüzbinlerce Arakanlı vatanını terk ederek komşu ülkelere sığındı.

NE WİN ARAKANLILARA SAVAŞ AÇTI

Toprakları işgal edilen Arakanlı Müslümanlara yönelik ikinci saldırı dalgası 1962 yılında askeri darbe ile yönetimi ele geçiren Komünist General Ne Win tarafından başlatıldı. Yüzlerce İslam Âlimini kurşuna dizdiren Ne Win, Arakan`daki bütün camilerin kapısına kilit vurdurdu ve camiler birer eğlence mekânına dönüştürüldü. Ne Win`in imza attığı en büyük zulüm ise Arakanlı Kadınlara yapılanlardı. Arakanlı Kadınlar askerler tarafından toplama kamplarına götürüldüler. Bu kadınların birçoğu toplama kamplarında tecavüze uğradı ve tecavüz sonucu hamile kalan kadınlar zorla Budist erkeklerle evlendirildi. Bu dönemde yine hacca gitmek, kurban kesmek, toplu olarak namaz kılmak ve diğer ibadetler yasaklandı. İnsan hakları kuruluşları tarafından açıklanan resmi rakamlara göre Arakan`da 1962 ile 1984 yılları arasında 2OO bin Müslüman öldürüldü. 1 miyona yakın Arakanlı da komşu ülkelere, özellikle de Bangladeş`e kaçtı.

İZİN ALMADAN ÇOCUK YAPAMIYORSUNUZ

Arakan`daki müslümanlar bugün de Mymar Askeri Diktatörlüğü tarafından dayatılan inanılmaz uygulamalarla karşı karşıyalar. Evlenmeyi veya çocuk sahibi olmayı düşünüyorsanız, mutlaka devletten izin almak zorundasınız. Bu nedenle evlilik yaşı gelen Arakanlı Gençlerin birçoğu ülkelerinden kaçarak başka bir ülkede evleniyorlar. Arakanlı Müslümanlara getirilen bir başka yasak da seyahat yasağı. Ülke içinde bir yerden başka bir yere gitmek istiyorsanız veya evinize bir misafir gelecekse bu durumu mutlaka devlete bildirmeniz gerekiyor. İnsanı hayrete düşüren bir başka yasak da eğitim alanında. Arakanlı çocuklar sadece ilkokul eğitimi alabiliyorlar. Arakanlı bir çocuk lise veya üniversite okumak istiyorsa mutlaka din değiştirip Budist olmak zorunda. Arakan`da şu an, ezan okumak veya çocuklara Kur`an dersi vermek ölüm sebebi olarak yetiyor. Mymer`deki bütün bölgelere 24 saat elektrik verilirken, Arakanlılara günde sadece 4 saat elektrik veriliyor. Yine Arakanlı Müslümanların internet gibi iletişim araçlarını kullanmaları da askeri yönetim tarafından yasaklanmış durumda.

ARAKANLI MÜSLÜMANLARLA NE KADAR KARDEŞİZ?

Arakan`da yaşananlar sadece bu anlattıklarımla sınırlı değil elbette. Bu anlattıklarım yaptığım kısa bir araştırma sonucu tespit edebildiklerim. Ülkeye hâkim olan baskı rejimi nedeniyle Arakan`dan dışarı doğru dürüst haber çıkmıyor. Kim bilir Arakanlı Müslümanlar her gün ne tür sıkıntılarla karşı karşıya kalıyorlar? Arakanlıların Türkiyeli Müslümanların kardeşliğine, desteğine ve dualarına bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaçları var. Bizden Filistin, Irak, Patani, Çeçenistan, Afganistan ve Somali için ettiğimiz duaların arasına Arakan`ı da eklememizi ve Osmanlı Halifelerinin torunları olarak onlara kol kanat germemizi istiyorlar. Bu masum ve anlamlı istek inşallah bir gün gerçekleşir.

(ADEM ÖZKÖSE - GERÇEK HAYAT DERGİSİ)


6 Temmuz 2012 Cuma

Roger Garaudy

~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~
Garaudy kimdir?
Garaudy, 20. yüzyılın büyük bir filozofudur. 1913’te işçi bir aileden dünyaya gelen Garaudy, siyasî ve sosyal mücadelesine protestan inanışına sahip bir militan olarak başlar. Protestan inancı taşıması, kendisinin 1933’te Komünist Partisi’ne girmesine ve parti içinde yıldırım hızıyla yükselmesine engel olmaz. Bir yandan da felsefe tahsilini sürdürür.

Müslüman askerler onu kurşuna dizmeyi reddetti
1939’da askere alınınca, Vichy hükümetinin Kuzey Afrika’daki kamplarına sürgün edilir. Vichy rejimine karşı o kadar sert bir tavır takınır ki bu yüzden idama mahkum edilir. Ama müslüman askerler kendisini kurşuna dizmeyi reddeder. Önemi daha sonra kendisini gösterecek olan esaslı bir olaydır bu. 1945’te Merkez Komitesi üyesi olunca önce Tarn’dan milletvekili seçilir (1945-1951), sonra Seine milletvekili (1956-1958) ve son olarak Paris’ten senatör olur (1959-1962).

Marksist İnceleme ve Araştırma Merkezi müdürü iken, yıllarca Komünist Parti’nin resmî filozofluğunu yapar. 1970 Haziran’ında Sovyetlerin Prag’ı istilâsını protesto etmesinin ardındansa Parti’den ihraç edilir.

Derken komünist idealinden vazgeçmeksizin Katolikliği benimser. Hatta Hristiyanlık’la marksizmin birbirinin tamamlayıcısı olduğunu düşünür ve kendisini kurtuluş ilahiyatlarına çok yakın hisseder.

En mükemmel analizleri estetikle alakalı
Garaudy, eserlerinde, zengin ülkeler ile fakir ülkeler arasındaki uçurumun altını çizerek ve “piyasa tektanrıcılığı”, batı toplumunun kâr ve ‘cangıl bireyciliği’ peşinde dizginsizce koşuşunu yerden yere vurarak, 20. yüzyılın önemli hadiselerinin çoğunu gündeme getirmiştir. Fakat en mükemmel analizlerini estetiğe ayırmıştır. 1974’te yayımladığı Geleceği Müjdeleyen 60 Eser gerçek bir şaheserdir. O kitapta büyük sanat eserlerinin, her dönemde, insanın çevresiyle, diğer insanlarla ve Tanrı ile ilişkilerini gözler önüne serdiğini ortaya koyar.

1982’de eski ideallerine sırt dönmeksizin İslâm’a girer. İslâm, diğer ikisini “kendisinde toplayan” ve vahyi tamamlayan bir dindir. Garaudy, aynı zamanda “ezilmiş”lerin ve daha önce hayatını kurtarmış olanların tarafında olmak ister. İspanya’da, Kurtuba’da kendi vakfını, Roger Garaudy Vakfı’nı kurdu. Senegal’in eski cumhurbaşkanı Senghor’la birlikte Gorée adasındaDeğişimciler Üniversitesi’ni de kurdu. (Değişimci “mutant”, kendisinde ekonomik, sosyal ve kültürel yeni bir düzen projesi taşıyan ve böylece bir “tarihî değişim”i hazırlayan insan veya insan grubudur.)

1966’da, kendisine dava açılmasına ve medya tarafından linç edilmesine yol açan İsrail, Mitler ve Terör kitabını yayımladı.

Komünizm idealine doğu ülkelerindeki rejimler tarafından ihanet edilmiştir

Garaudy’nin fikirleri Komünist Partililer’i etkilemiş midir?
Komünist olduğu dönemde Garaudy, tarihî maddeciliğin sözcüsü oldu. Fakat onun fikirleri, Marks ile Lenin’in fikirlerinin basit bir açıklaması olmaktan çok daha ileridedir. Garaudy özellikle 20. yüzyıla özgü bilimsel ve teknik devrimin önemine, sibernetik devrime dikkat çekmiştir: Onun gözünde sosyal ilişkilerde bir devrim olması yarının büyük bir şansıdır. Yarının sosyalist toplumunu hazırlayabilen ve hazırlamak zorunda olan marksistlerle aynı aileden gelen hıristiyanların sayılarının günden güne artmasının altını çizerken, devrimci isteklerine vurgu yapmayı da ihmal etmemiştir. Sonunda da, estetik eğitiminin, her birimizden bütün yabancılaşmalara karşı çıkan bir ‘devrim militanı’ ve bir ‘yaratma şairi’ ortaya çıkarmaya çalıştığını doğrulamıştır.

Gelelim bugüne; Garaudy, komünist idealini hiçbir zaman inkâr etmemiştir. Fakat o, komünizmin hiçbir zaman var olmadığını da düşünmüştür, yani komünizm idealine doğu ülkelerindeki rejimler tarafından ihanet edilmiştir.

Garaudy batıyı nasıl eleştirmiş? Medeniyetlerin veya kültürlerin diyaloguna bakışı nasıldır?
Garaudy’nin eseri ‘medeniyetler diyalogu’ nişanıyla yazılmıştır. Aslında medeniyetlerden ziyade ‘batılı olmayan kültürler diyalogu’ desek daha doğru olur. Ona göre, 16. yüzyıldan 20. yüzyıl sonuna kadar, batılı dünyanın gelişimi 3 şeyi ortaya çıkarır: Eylem-Emek, Akıl ve İlerleme. Roger Garaudy’e göre, böyle bir model bugün sadece kriz döneminde sürdürülebilirdi.

Peygamberî bakış açısının hatırlatıcısı
Ona göre, biz küçük çocuklarımızı kendi elimizle öldürüyoruz: İlerleme modelimiz yüzyıllardır biriktirilmiş bir zenginlikler jenerasyonunda saçıp savruluyor. Bu politika, 3. dünya ülkelerindeki 50 milyon insanın açlıktan ölmesine sebep olur. Amerika ve Fransa’da askerî müdahale güçleri ortaya çıkar ki bu kriz, nükleer krize, toplumumuzun ve ideolojilerinin uyum sağlamamasına sebep olur. Bu durum bir medeniyetin asla ilerlemesine izin vermeyen ciddi bir durumdur. Roger Garaudy, 5000 yıllık geçmişin bilincinde olup; İslam, Latin Amerika, Afrika, Asya medeniyetlerinden müteşekkil evrensel bir diyalog taraftarı olmuştur. İslamî bir sosyalizmden bahsetmenin yanında, en güzel peygamberî bakış açısının hatırlatıcısı olmuştur.

Ona göre, mutlu bir gelecek, batılı olmayan kültürlerdeki insanın bütün açılardan geliştirilmesine bağlıdır. Hayatı anlamak, öncelikle onu bütünlüğü içerisinde kavramayı gerektirir. Garaudy, bu tezini Pour un Dialogue des Civilisations (Denoël, 1977) ve Appel Aux Vivants (Seuil, 1979) adlı kitaplarında geliştirecektir.

Çin ve Japon dinleri insana, Büyük Bütün’le diğer elemanların füzyonunu öğretir. Taoizm, kavrayışa dair bir bilgiyle doğa ve insanın birliğini seyredişin evrensel ilkede sindirimini gerekli kılar.

Song dönemindeki Çinli ressamlara göre (960’dan 1279’a kadar), doğa, efendiye dönüşmüş durağan bir madde değildir. Doğa, hayatın hareketiyle canlanan bir Bütün’ü şekillendirir. Bu Bütün; dağları, ırmakları, ağaçları kapsadığı gibi kayaları, kuşları da kapsar. İnsan bu sonsuz döngünün sadece bir momentidir. Resim, Zen deneyiminin bir aracıdır. Bizim Rönesans tablolarımızın aksine, ressam bir oyunu temsil etmeye uğraşmaz, o doğanın ruhunun bir haliyle iletişim kurmaya çalışır sadece.

Afrika sanatı da görünmez olanı görünür kılmaya çalışır. Yunan sanatının aksine, Afrikalı sanatçı, deneyimini Büyük Bütün’den hareketle yapar. Örneğin bir maske öncelikle bir enerji yoğunlaştırıcısı olarak değerlendirilir. Kuvvetin kaynağı: Doğa, Öncekiler ve Tanrılar’dır. Afrika yapıtları seyir için değildir. Onlar ritüellere katılım nesneleridir. Örneğin Afrikalıların maskeleriyle dans ettiklerinde, bütün toplulukta olan bir enerjiye sahip olabilirler.

Müslüman sanatının, Garaudy’nin bahsettiği Afrika, Çin, Japon sanatlarıyla benzerlikleri bulunmaktadır: ‘Sign’i açığa çıkarmak için anlamadan kaçınmak. Dünyadaki İslamî anlayış realist temsilde ısrar etmez. Ona göre, bütün imajlar, inanan kişinin ‘Tanrı’yla bir olmaya’ götüren ibadetlerinde ortaya çıkar. Bu, tıpkı camilerin Kur’an ayetleriyle dekore edilmesine benzer. Kaligrafinin gelişmesi de İslam’ın bu karakteriyle (Kutsal bir metin ve Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği, Kelam’ın etrafında konumlanan bir din) açıklanır.

Garaudy bir antisemit miydi?
Garaudy, üç dinin kitaplarına büyük saygı duymaktadır. Ama Mit, İsrail ve Terör kitabının yayınlanmasından sonra, antisemit olarak tanıtılmaya başlandı.

Aslında Garaudy’nin üstünde durduğu şey İsrail emperyalizmidir. İsrailliler, Filistinliler’i kendi topraklarından çıkarmaya çalışmalarını ve onları maruz bıraktıkları baskıyı meşrulaştırmaya uğraşırlar. Bu nedenle onlar, Tanrı’nın bir halkı ve bir toprağı (vaat edilen toprak) seçtiğini düşünerek İncil’i yorumlamaktadırlar. Diğer taraftan, batılı yahudi kıyımını engelleyememenin suçluluk duygusu üzerinden Shoah’ı yorumlarlar.

Garaudy, 4 milyon yahudinin -az ya da çok olması önemli değil- öldüğünü ve bir soykırım olduğunu düşünür. Skandal olarak değerlendirilen şey, Garaudy’nin gaz odalarına dair hiçbir izin bulunmadığını gösteren dokümanları doğrulamasıdır. Yahudiler tifüsten ölmüşlerdir ve yakma yerleri hastalığın kurbanlarının kadavralarını yakmak için kullanılmaktadır. Bu konuda zayıf tanıklar da yoktu. Şöyle düşünülebilir ki, Naziler aslında bütün iğrençliklerinin izlerini silmek için böyle yaptı. Nazi askerlerine yapılan işkence soykırımı unutturmak içindi. Böylelikle Garaudy’den bir ‘negasyonist’ ortaya çıkmıştır. 1982’den itibaren, Roger Garaudy’nin radikal antisiyonizmi, siyonizmi ve nazizmi aynı plan üzerinde oturtarak konumlanmıştır. 1980’den itibaren İslam dinini benimsedi, bu süreçte Arap ve müslüman entelektüellerin, özellikle ifade özgürlüğü başlığı altında, desteğini almıştı.

27 Şubat 1998’de insanlık suçlarını tanımadığı ve ırksal lekelemede bulunduğu gerekçesiyle mahkûm edildi. Bundan böyle, 60 ve 70’lerde çok tanınmış olan eserleri, batı kütüphanelerinde bulunmaz hale geldi. Hal böyle olunca, Roger Garaudy’nin son bir eser verme durumu kışkırtılmış oldu, bu eserBatı Terorizm’idir (Al-Qalam, 2004).

(Brüksel’in saygın üniversitelerinden Catholique de Louvain’in Edebiyat ve Felsefe Fakültesi’nde profesör olan Luc Colles, dunyabizim.com için Roger Garaudy’i derinlemesine anlattı. Kültürler arası diyalog mevzuunda birçok eseri bulunan profesör Colles, üniversitesinde dilbilim, kültürel pratikler ve teoriler, göçle gelen gençlere dil eğitimi vb. başlıklı derslerin hocalığını yapmakta.)

http://www.dunyabizim.com/?aType=haber&ArticleID=4159
~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~

~~Roger Garaudy İslam dinini seçmekle şereflendiğini şu sözleriyle dünyaya ilan etti:"İslam, çağları arkasından sürükleyen bir dindir. Diğer dinler ise, çağların arkasında sürüklendi. Yani, İslam dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu. Reforma tabi tutuldu. Mukaddes kitaplar zamana göre tahrif edildi, değiştirildi. Kur’an-ı kerim ise indirildiği günden beri her zamana hükmetti. O, zamanı değil, zaman onu izledi. Zaman yaşlandıkça o gençleşti. Bu, çağlar üstü bir olaydır. Bugüne kadar bunca savaşların bıraktığı korkunç, sosyal, siyasi ve ekonomik sarsıntılardan daha büyük bir olaydır. İslam materyalizme de pozitivistlerin görüşüne de ekzistansiyalistlere de hakimdir. Fakat bunlardan hiçbiri, İslama hakim değildir."

~~Roger Garaudy (Roje Garodi), İslâm’ı seçip Filistin halkının haklarını İsrail’e karşı savunmaya başladıktan sonra, pek çoğu İsrail taraflısı sermayenin elinde olan Batı basın-yayın organları ve büyük yayınevlerince dışlandı. Avrupa ve Amerika kitle iletişim araçları kendisini tam bir sükût ambargosuna tâbi tuttular. Kendisinden tek satırla, tek kelimeyle dahi bahsetmez ve kendisine söz hakkı vermez oldular.

~~Roger Garaudy (Roje Garodi) Müslüman oluşunu “Hatıralar: Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum” kitabında şöyle anlatır:
“Okudukça Kur’an, bana daha çok yaklaştı. Sanki bugün yazılmıştı ve doğrudan bana sesleniyordu.
Bizzat yerin, Kıyamet günü, sarsıntısıyla birlikte, insanların eylemlerine ve hatalarına şahitlik edeceğinin anlatıldığı Deprem (Zilzal) sûresini okurken, ayaklarımın altındaki toprağın homurdandığını hissediyorum.
Sorumluluğun bu uyanışını ben, hiçbir zaman çok çarpıcı bir mesel olan “Gece Yolculuğu” (İsra)’yı okurkenki kadar güçlü yaşamadım. O gece Hz. Peygamber rüyasında, dünyayı ve insanları toptan temaşa etmek üzere, bir insanın çıkabileceği en son nokta olan Yüce Allah’ın yakınlarına kadar yükselerek bütün göklerin katlarını dolaşır. Nitekim bu sure Dante’ye, onun dinî destanı olan İlâhî Komedya’sını ilham etmiştir. Eşi Hz. Ayşe’nin bildirdiğine göre, Hz. Muhammed bu sureyi her gece okurdu.

Mirac, her ibadetin ruhudur. Çünkü o an, eylemlerimizin her birini ferdin bakış açısı olmayan bir bakış açısı içine oturtmayı denemek üzere, gündelik meşguliyetlerden kurtulunduğu andır. Ben merkez değilim. Allah’tır merkez. O zaman, yer Kıyamet Günü’ndeki gibi titrer ve yeni bir mücadelenin saati çalar.

Bu yol alışın ana noktalarına, iki kitabımda, L’Islam habite notre avenir / İslâm Geleceğimize Yerleşmiş ile Promesses de l’Islam / İslâm’ın Vaad Ettikleri’nde temas ettim. Daha sonra Müslüman ülkeleri dolaştıktan sonra, Mosquées, Miroir de l’Islam / İslâm’ın Aynası Camiler adlı eserimde, Allah’ın mevcudiyetinin görünür işaretleri olarak, dünyanın büyük camilerinin mimarî mekânının ve güzelliğinin manevî izahını vermeyi denedim.

Cenevre’de, 2 Temmuz 1982’de, imam Buzuzu’nun önünde müslümanlığa girişin anahtarı olan “Allah’tan başka ilâh yoktur ve Hz. Muhammed O’nun elçisidir” kelime-i tevhidini söylediğimde demek ki, kendimi bu karara tamamiyle hazır ve bunun bütün sorumluluğunu üstlenecek durumda hissediyorum.

O gün, hem iç tedirginliği veren bir kopuş, hem de sükûnet verici bir bağlanış duygusu içindeyim. Bir dünyadan, benimkinden, bundan böyle beni reddedecek olan Batı dünyasından kopuyorum. Ama aynı zamanda, bende her zamanki inancımdaki devamlılık duygusu da var. Bendeki bu iman, Kur’an’ın, numunesini Hz. İbrahim’de ve onun Allah’a kayıtsız şartsız teslimiyetinin belirtisi olan kurbanında gösterdiği bu iman sade ve güçlü, köklü ve ilk imandır.

Yalnızlığım, bana yalnızlık gibi görünmüyor. Sûfîlerin, yani bütün zamanların en büyük şairi Mevlâna Celâleddin Rûmî’den, Müslüman İspanya’nın keşif adamı Mürsiyeli İbni Arabî’ye ve onun aşk destanına kadar, İslâm’ın derûnî hayatının manevî efendilerinin varlığıyla dopdoluyum.”

Eserleri
-Le Terrorisme Occidental (Batı Terörizmi, 2004)
-Mythes fondateurs de la politique israélienne (İsrail'in kuruluşundaki mitler, 1995); Bu kitabı yüzünden Fransız hükümetince para cezasına çarptırılmıştır.
-Avons-nous besoin de Dieu? (Tanrı gerekli mi?, 1993)
-Karl Marx (1972 ve 1977); Onbir dile tercüme edilmiştir.
-Pour un Modele français de socialisme (Sosyalizmin bir Fransız modeli üzerine, 1968)
-Lenine (1968); İtalyanca, İspanyolca, Fransızca, Portekizceye tercüme edilmiştir.
-La pensee de Hegel (Hegelin düşüncesi, 1966); İspanyolca, Portekizce, Arnavutça ve Yunanca'ya tercüme edilmiştir.
-Marxisme du XX siecle (20.yy Marksizmi, 1961); Norveççe, İngilizce, Türkçe, Çekçe'ye tercüme edilmiştir.
-Dieu est Mort (Tanrı Öldü, 1962); Hegel üzerine inceleme. Almanca ve İspanyolcaya tercüme edilmiştir.
-Perspectives de l'homme (İnsanın Ufukları, 1955); Sırbo-Hırvatça, İspanyolca, Lehçe, Portekizçeye tercüme edilmiştir.
-Theorie materialiste de la connaissance (Materyalist Bilgi Teorisi, 1953); Çekçe, Rusça, Almanca ve Japoncaya tercüme edilmiştir.
-Les sources françaises du socialisme scientifique (1949, Bilimsel sosyalizmin Fransız kaynakları); Lehçe, Almanca ve Japoncaya tercüme edilmiştir.
-Siyonizm Dosyası
~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~   ~~~~  ~~~~  ~~~~  ~~~~


4 Temmuz 2012 Çarşamba

Zuhruf Suresi

وَالَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا وَجَعَلَ لَكُم مِّنَ الْفُلْكِ وَالْأَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَ وَالَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا وَجَعَلَ لَكُم مِّنَ الْفُلْكِ وَالْأَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَ وَإِنَّا إِلَى رَبِّنَا لَمُنقَلِبُونَ

12 Ve O bütün karşıtları (da) yaratandır. O'dur bütün gemileri ve hayvanları binmeniz için sizin hizmetinize veren; 13 böyle yapar ki onlara hükmedesiniz ve ne zaman onlardan yararlanırsanız Rabbinizin nimetlerini hatırlayıp "(Bütün) bunları bizim hizmetimize veren O ne yücedir, çünkü (O olmasaydı) biz bunu elde edemezdik;14 o halde biz mutlaka O'na döneceğiz!" diyesiniz.

12  And He it is who has created all opposites. And He [it is who] has provided for you all those ships and animals whereon you ride,  13  in order that you might gain mastery over them, and that, whenever you have mastered them, you might remember your Sustainer's blessings and say: "Limitless in His glory is He who has made [all] this subservient to our use - since [but for Him,] 14 we would not have been able to attain to it."