Akif Emre
Orucun mekanla, coğrafyayla ilişkisi ruhun bedenle ilişkisinden izler taşır sanki. Göğün, ayın, güneşin kozmik alemin oruca doğrudan etkisi olduğunu pek düşünmemişizdir. Ne de olsa artık zamanın geldiğini yahut apansızın geçişini saatlere bakarak anlıyoruz. Kozmik evrenle ilişkimiz koptu. En son ne zaman yıldız görmüştük? Şehrin sahte ışıltısı yıldızlardan, göklerin derinliğinden, sonsuzluktan göz kırparcasına parıldayan muhteşem gök atlasından mahrum etti bizi. Bu gök kubbenin seyrine göre oruç tutar, namaz kılar; yüceliği, sonsuzluğu, kudreti ve acziyeti hissederiz. Göklerle teması kesilen modern insanın ötelerle ilişkisi de anlam kaybediyor.
Coğrafyalar da orucu etkiler. Zaman devran ederek her coğrafyanın iklimini sırayla hissettirir bize. Ay takvimi bu nedenle muhteşem bir deneyim sunar sabit takvimlere göre. Coğrafyanın, şehirlerin, mekanların oruçla ilişkisi birebir insanın yaratıcısı ile kurduğu ilişkiyi yansıtır.
Her şehrin bir orucu vardır. Şehirler de oruç tutar.
Bugünlerde Kudüs'ün orucu Mekke'den, Medine'den farklı!
Farklı bir gurbet orucu tutuyor Kudüs; yeryüzü sürgünlüğünün orucu...
Kudüslüler Kudüs'ü oruç iklimine taşıyor, ama Kudüslülerin kendisi mahpus ve sürgün. Oruçla özgürleşiyor Kudüs. Özgür bedeni kuşatılmış olsa da Kudüs göklerin derinliklerine açılan nebevi kapı. Göklerle buluşulan dünyanın sonsuza açılan kubbesi orda çünkü...
Peygamberlerin izleri orda... Hz. İsa nasıl göklere çekildi ise, Hz. Muhammed nasıl göklere buradan yükseldi ise Kudüs'ün göklere açılan her müminin kalbine çıkan kapısı dikenli tellerle çevrili....
Zincire vurulsa ne olur; Kubbetü's Sahra'nın altındaki kaya hala orada değil mi ki? Mescid-i Aksa kapısında işgalin karabasanları dolaşsa da nebevi hakikatin kutlu mekanı orası...
Kudüs'ün çarşıları kadim dünyanın tüm izlerini taşırken o, insanlığın varoluş serüveninde var olan şeyin ne olduğunun işaretlerini verir. İnsanın ayak izlerini sürersiniz Via Dolorosa'da... Kıyamet Kilisesi reformasyon öncesi Doğu Hıristiyanlığının tüm izlerini barındırsa da hala bir Ömer adaletini simgeler. Penceresinde asılı duran merdiven Osmanlı düzeninin son basamaklarıdır...
Bir Ermeni patriğinin tabiri ile 'Batı bid'atı' ne kadar nüfuz etmeye çalışırsa çalışsın Kudüs hala Doğulu... Batı Hıristiyanlığı da meşruiyetini Kudüs'te aramıştı, yok sayamazdı.
Kıyamet Kilisesi'ndeki Osmanlı düzeninin son basamakları Yahudileri de Ağlama Duvarı'na getirmişti. Zeytindağı'ndan şehre bakmaktan öte sürgünlerini aşamayan Yahudiler, Ağlama Duvarı önünde Kanuni sayesinde saf tutabileceklerdir.
Kudüs çarşısı; yaşayan Kudüs'ün, Müslüman Kudüs'ün, o muhteşem Mescid-i Aksa avlusunun etrafını kuşatan hayatın içindeki şehrin kalbidir. Unutulmuşluğa terk edilmiş Kudüs'ü, asli halini yaşatan, direnen Kudüs'ün hayat bulduğu daracık sokaklardaki hareketliliklerde anlarsınız. Tezgahının başındaki Arap esnaf sadece rızkını aramaz, Kudüs'ü savunur orda.
İşgale, Siyonizm'e, yalıtılmışlığa, baskıya, her an işkenceci sorgucunun önünde hesap verme tehlikesine karşı savunur. Tehlikeli bir ticarettir Kudüs çarşısında ayakta kalabilmek. Hayatın bedelini peşin ödemektir Kudüs'te yaşamak.
Yıllar önce belki de Türkiye'nin ilk Kudüs belgeseli için çekimlere gittiğimde, bir sahur sofrasında Kudüslü Araplarla biraraya gelmiştim. Hemen hepsinin en az bir kere zindan deneyimi vardı ve her an basılıp götürülmeyeceklerinin bir garantisi yoktu. Bu hal, havf ve reca arasında oruç tutmak, yani yerle gök arasında gerilmiş Kudüs'te yaşamak demekti.
Çarşıdaki esnafın Kudüs'ün hangi köşesinde ne olduğuna dair, mesela bizim hangi köşede işgal askeriyle sorun yaşadığımızı, tartıştığımızı daha sonra bize anlatabilen bir dikkat üzere olmaları hep şaşırtmıştır.
Tüm gün belki de hiç satış yapamayan ve hiç tanışmadığımız esnafın her gün kepenk indirirken mutlaka evine iftara çağırmasındaki cömertliği, zenginliği, yürek büyüklüğünü hiç unutmayacağım.
Bir de, Şam Kapısı'na yakın bir yerde, eski Arap konağından dönüştürülmüş, kaldığım oteldeki görevli gencin sözlerini... Sahur için uyandırıldığımda arkadaşımdan başka kimsenin sahura kalkmadığını (müşterileri Batılı Hıristiyan turistlerdi) görünce, sırf bizim için zahmet olduğunu söylememe karşılık; 'önemli değil, yeter ki oruç için hizmet edelim, Yahudilere bile hizmet etmek zorunda kalıyoruz' demişti.
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=28.07.2012&y=AkifEmre
Her şehrin bir orucu vardır. Şehirler de oruç tutar.
Bugünlerde Kudüs'ün orucu Mekke'den, Medine'den farklı!
Farklı bir gurbet orucu tutuyor Kudüs; yeryüzü sürgünlüğünün orucu...
Kudüslüler Kudüs'ü oruç iklimine taşıyor, ama Kudüslülerin kendisi mahpus ve sürgün. Oruçla özgürleşiyor Kudüs. Özgür bedeni kuşatılmış olsa da Kudüs göklerin derinliklerine açılan nebevi kapı. Göklerle buluşulan dünyanın sonsuza açılan kubbesi orda çünkü...
Peygamberlerin izleri orda... Hz. İsa nasıl göklere çekildi ise, Hz. Muhammed nasıl göklere buradan yükseldi ise Kudüs'ün göklere açılan her müminin kalbine çıkan kapısı dikenli tellerle çevrili....
Zincire vurulsa ne olur; Kubbetü's Sahra'nın altındaki kaya hala orada değil mi ki? Mescid-i Aksa kapısında işgalin karabasanları dolaşsa da nebevi hakikatin kutlu mekanı orası...
Kudüs'ün çarşıları kadim dünyanın tüm izlerini taşırken o, insanlığın varoluş serüveninde var olan şeyin ne olduğunun işaretlerini verir. İnsanın ayak izlerini sürersiniz Via Dolorosa'da... Kıyamet Kilisesi reformasyon öncesi Doğu Hıristiyanlığının tüm izlerini barındırsa da hala bir Ömer adaletini simgeler. Penceresinde asılı duran merdiven Osmanlı düzeninin son basamaklarıdır...
Bir Ermeni patriğinin tabiri ile 'Batı bid'atı' ne kadar nüfuz etmeye çalışırsa çalışsın Kudüs hala Doğulu... Batı Hıristiyanlığı da meşruiyetini Kudüs'te aramıştı, yok sayamazdı.
Kıyamet Kilisesi'ndeki Osmanlı düzeninin son basamakları Yahudileri de Ağlama Duvarı'na getirmişti. Zeytindağı'ndan şehre bakmaktan öte sürgünlerini aşamayan Yahudiler, Ağlama Duvarı önünde Kanuni sayesinde saf tutabileceklerdir.
Kudüs çarşısı; yaşayan Kudüs'ün, Müslüman Kudüs'ün, o muhteşem Mescid-i Aksa avlusunun etrafını kuşatan hayatın içindeki şehrin kalbidir. Unutulmuşluğa terk edilmiş Kudüs'ü, asli halini yaşatan, direnen Kudüs'ün hayat bulduğu daracık sokaklardaki hareketliliklerde anlarsınız. Tezgahının başındaki Arap esnaf sadece rızkını aramaz, Kudüs'ü savunur orda.
İşgale, Siyonizm'e, yalıtılmışlığa, baskıya, her an işkenceci sorgucunun önünde hesap verme tehlikesine karşı savunur. Tehlikeli bir ticarettir Kudüs çarşısında ayakta kalabilmek. Hayatın bedelini peşin ödemektir Kudüs'te yaşamak.
Yıllar önce belki de Türkiye'nin ilk Kudüs belgeseli için çekimlere gittiğimde, bir sahur sofrasında Kudüslü Araplarla biraraya gelmiştim. Hemen hepsinin en az bir kere zindan deneyimi vardı ve her an basılıp götürülmeyeceklerinin bir garantisi yoktu. Bu hal, havf ve reca arasında oruç tutmak, yani yerle gök arasında gerilmiş Kudüs'te yaşamak demekti.
Çarşıdaki esnafın Kudüs'ün hangi köşesinde ne olduğuna dair, mesela bizim hangi köşede işgal askeriyle sorun yaşadığımızı, tartıştığımızı daha sonra bize anlatabilen bir dikkat üzere olmaları hep şaşırtmıştır.
Tüm gün belki de hiç satış yapamayan ve hiç tanışmadığımız esnafın her gün kepenk indirirken mutlaka evine iftara çağırmasındaki cömertliği, zenginliği, yürek büyüklüğünü hiç unutmayacağım.
Bir de, Şam Kapısı'na yakın bir yerde, eski Arap konağından dönüştürülmüş, kaldığım oteldeki görevli gencin sözlerini... Sahur için uyandırıldığımda arkadaşımdan başka kimsenin sahura kalkmadığını (müşterileri Batılı Hıristiyan turistlerdi) görünce, sırf bizim için zahmet olduğunu söylememe karşılık; 'önemli değil, yeter ki oruç için hizmet edelim, Yahudilere bile hizmet etmek zorunda kalıyoruz' demişti.
http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=28.07.2012&y=AkifEmre