29 Ağustos 2012 Çarşamba

Kardeşlik ahlakı / İbrahim Tenekeci

İbrahim Tenekeci

Arkadaşlık ve dostluk ahlakı da diyebiliriz. İş ahlakından, aşk ahlakından, isyan ahlakından bahsedilir de, kardeşlik ahlakından pek bahsedilmez. Oysa imanın ve İslam'ın olduğu gibi, kardeşliğin, arkadaşlığın, dostluğun da şartları bulunmaktadır. Her geçen gün eksikliğini hissettiğimiz şeylerden birisi de maalesef ve maalesef budur.

Sühreverdi, dostluk bahsini, Kur'an'ın emirleri arasında görür. Buna bağlı olarak da, dostluğu bir 'amel' kabul eder. Ona göre, dostluğun şartları vardır ve o şartlardan birkaç tanesi şöyledir: Ayrılıktan şiddetle kaçmak ve birlikte olmaya ısrarla devam etmek. Dostun hatalarını görmezden gelmek, kusurlarını örtmek. Dost aleyhinde kalbe gelen vesveseleri kovmak için gayret sarfetmek. Elindekinin yarısını dostuna verip ondakinin yarısını istememek...

Evet, kardeşlik ahlakı... Mehmet Kaplan, "Birbirine yalan söyleyen ve birbirini aldatan insanlar haydut çetesi bile kuramazlar" der. O halde, 'kardeşlik ahlakı'nın birinci maddesine 'itimat' bahsini yazabiliriz. Malum, 'itimat, itikattan önce gelir' denilir. Bir de Hadisi Şerif: Mümin, güven yurdudur.

İtimat duvarı yıkılırsa, insana mahsus birçok incelik o duvarın altında kalır, kalmıştır. O andan itibaren, mümin müminin kardeşi değildir, insan insanın kurdudur.

İtimat bahsinin hemen altına veya yanına 'vefa'yı yazmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Bana kalırsa, en önemli kusurlarımızdan biri, 'kendini kurtaran' veya birkaç adım öne çıkan kişinin, dönüp geriye bakmamasıdır. Kardeşlik ahlakı, ileriye değil, geriye bakmayı uygun görür. Bu ve buna benzer şeylerin (himmeti ve hizmeti unutmamak vs) toplamına 'vefa' diyoruz. Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'ne göre, arkadaşını geride bırakmak, bedenin afetlerinden biridir. (Marifetname, Sayfa 1296) Afetler bahsini hafife almayalım derim. Yine, birçok büyüğümüz, kesin bir dille şunu söyler, söylemiştir: "Vefasızlık, ahlaksızlıktır." Bize de atalar sözünü hatırlatmak düşsün: Vefası olmayanın sefası olmaz! Emek olmadan yemek olmaz gibi bir şeydir bu... Peki, kardeş bildiklerimizden bir vefasızlık görürsek, ne yapacağız? Elbette Hüseyin Kazım Kadri'nin şu nasihatini dinleyeceğiz: "Dostlarından bir vefasızlık görürsen, onları sakın kırma; üslup ile geri çekil."

Bir de emanet bahsi var. Kardeş kardeşin, arkadaş arkadaşın emanetidir. Sadece bedenen değil elbette. Sözler, ameller ve mahrem meseleler de kardeşler arasında karşılıklı emanetlerdir. Emaneti korumak ile korumamak arasındaki yakıcı farkı herhalde bilmeyenimiz yoktur. Yine de 'küçük' bir uyarı yapalım: "Sırrı ifşa etmek, dilin afetlerindendir."

Kardeşlik ahlakının vazgeçilmez başlıklarından birisi de hürmet meselesidir. Konuyla ilgili, İsmail Kara hocamızın bir sözünü hatırlatmak, sanırım yeterli olacaktır: "Dostluk ve hukuk, biraz da karşı tarafın hissiyatına ve hassasiyetlerine hürmet etmektir." (Ezel Erverdi Kitabı, Sayfa 5)

Kuşkusuz, örneklerimizi madde madde çoğaltabiliriz. Etkili olur mu, olmaz mı, orasını bilemeyiz. Bildiğimiz bir şey varsa, o da, bunların ilk defa söylenmiyor, yazılmıyor oluşudur.

Artık devir değişti deniliyor. Dost ararsak, cebimize bakacakmışız vb. Ben de, üzgün ve yorgun zamanlarımdan birinde, şunu demiştim: 'Artık her insanın son kullanma tarihi var. Çünkü karşımızdakine insan olarak değil, imkân olarak bakıyoruz.' Bu da bir şairimizden: "Arkadaş adreslerinde eskiden / İncecik ve güzel şeyler vardı."

"Eşyayı dahi incitme" diyen medeniyetin mensupları, bugün, özellikle siyaset ve sosyal medya üzerinden, birbirlerini incitme yarışı içindeler. "Bunu düşman yapmaz" diyebileceğimiz birçok şeyi, maalesef birbirimize reva görmekten çekinmiyoruz.

Bütün bu olumsuzlukları hızlı bir şekilde geçelim ve şunu diyelim: Çok kuvvetli bir biçimde kardeşlik ahlakına ihtiyacımız var. Hesapsız ama kitaplı dostlara, arkadaşlara, kardeşlere...

İsmet Özel, "Titizlik, ahlakın ta kendisidir" diyor. (Henry Sen Neden Buradasın, Sayfa 14) Demem o ki, bu titizliği, dolayısıyla bu ahlakı, önce insan ilişkilerinde göstermemiz gerekiyor.

Bu hayati meseleler, hem kişiseldir, hem toplumsal. Sözgelimi son zamanlarda yaşanan olaylara ve gerilimlere de kardeşlik ahlakı penceresinden bakmamız icap ediyor. "Ayrılıktan şiddetle kaçmak ve birlikte olmaya ısrarla devam etmek" nasihatine veya prensibine, ülke olarak, en çok bugünlerde ihtiyacımız var. İsmail Kara hocamızın o önemli tespitini de unutmayalım, tekrar ve tekrar hatırlayalım.

Le Trio Joubran - مسار


26 Ağustos 2012 Pazar

Masalin bas kahramanina: Anneme Mektup / Zehra


1 Sevval 1433


Nerden baslasam?  Nasil anlatsam seni? Degerini, kiymetini..

Sen bitmeyen bir masalin, guzel bas kahramaniydin, bende elinden tutup maceradan maceraya goturdugun  kizin = ) 

Bu masalda cok sey ogretmistin, gostermistin bana, cok seye sahit kilmistin,

O buyuk merhametinin, sevginin ve sabrinin golgesinde gecen ve insallah gececek olan guzel gunlerde.

Masal kitaplarina sayende ihtiyac duymasamda, okumanin tadina varmak bana almis oldugun masal kitaplariyla baslamisti, sonrada devami geldi zaten.

Bu gun bayram ve aklima gelen ilk kare annecim;

Insanin isterse, ramazan bayraminin ikinci gunu uc sehirde de bulunabilecegini ve sila-i rahim`ini gerceklestirebilecigini gostermistin bana mesela.

Hediyelesmeyi ogretmistin, anneye verilecek en guzel hediyenin de bir gulumseme olabilecegini. Bunu sana gulumsedigimde gozlerinden ogrenmistim.

Kizina, annesini salincakta sallama zevkini yasatmistin.

Sonra, seni Gazi Universitesinin kampusunun bahcesinde beklerken, bana annesine sinavlarinda destek olma firsatini vermistin.

Bir yaz gunu yuzmeye hasret kalan kizini, sabah namazina uyandirip hemen akabinde yuzmeye goturup, kizina uc sevinci bir arada yasatmistin, anneyle birlikte gunesin dogusunun yuzerken seyri.

Bitmeyecek gibi gorunen derslerin sinavlarin, verdigin tesvikle, destekle ve kizindan daha fazla derslerine calisan bir annenin kizina verdigi vicdan azabiyla = ), bitebilecegini ogretmistin.

Bana daim duydugun saygiyla, hayatlara, kararlara, saygi gostermem gerektigini ogretmistin.

Dunya da masallarin oldugu kadar realitelerin de oldugunu, ona gore tedbirlerin alinmasi gerektiginden de bahsetmistin.

ve daha yazabileceklerim, dilimin donmedikleri, yazamadiklarim, yazmak istemediklerim..

Sonuc: Saatlerce yuruyup saatlerce muhabbet etsekte, agaca cikip kitap okusakta, yan yana oturup gunesin batisini seyretsekte, mitinglerde birlikte ayni sloganlari atsakta, dualarda bulussakta, birlikte ayi ve yildizlari teleskoptan seyretsekte, konularin bitmeyecegi gibi birbirine hasretliginde bitemeyecegini anlamistim.

Ve en onemlisi anne, bu hayatta. hatiralar kesemize ekledigimiz birlikteliklerin degeri, gecirilen muhabbetli gunler; bunlarin tumu gercekten seninle guzel..

Bu durum, iyiki icinde senin oldugun bu masala birsekilde girmisim dedirtiyor insana, sukurler olsun Allah`a..

Ve konuyu bagliyorum = )

Ramazan geldi gitti, tipki Recep ve Saban gibi, tipki hayat gibi..

Son birkac bayrami ayri gecirsekte annecim, Kurbana ordayim insallah = )

Ellerinden operim
Sevgi ve muhabbetle


kizin
Zehra


25 Ağustos 2012 Cumartesi

Dua / Ali Şeriati




Rabbim! Bana yaşamak için geçmiş ürünsüz bir aydan dolayı ölüm anında özlem duymayacağım bir yaşam ve boşu boşuna oluşuna matem tutmayacağım bir ölüm bağışla. Beni senin dost olduğun bir biçimdeki bir ölümü seçebileceğim a’na kadar yaşat. Rabbim nasıl bir yaşam? bana öğret. Nasıl bir ölüm bilmek istiyorum.

 Ali Serati


19 Ağustos 2012 Pazar

Bayram


Dunyamizin ramazan, ahiretimizin bayram olmasi dilegiyle !
Ramazan Bayraminiz mubarek olsun...





17 Ağustos 2012 Cuma

Ne feryad edersin divane bülbül



Ne Feryad Edersin Divane Bülbül
Senin Bu Feryadın (Anam) Gülşene Kalsın
Bu Dünyada Eremezsen Murada
Huzuru Mahşere (Anam) Divana Kalsın

Nesin Methedeyim Bir Kaşı Kare
Şu Sineme Açtı (Anam) Onulmaz Yara
Dünya Tabip Olsa Derdime Çare
Derdimin Dermanı (Anam) Lokmana Kalsın

Bir Can İçin Geçti Canım Serinden
Vücudum Kül Oldu (Anam) Aşkın Narından
Emrah Buse İster Nazlı Yarinden
Bu Bayram Olmazsa (Anam) Kurbana Kalsın 
~ ~ ~
Hüseyni Türkü
Usuli Curcuna
Yöresi:Elazığ
Hanendeler:Ahmed Şahin-Mehmet Kemiksiz-Murat Irkılata
Ney-Tanbur: Murat Salim Tokaç 
Kemençe:Emre Erdal
Ritm:Halil Uğur Kutlu 

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

~Sesler ve nefesler saglam olunca, eser guzel okunuyor. Boyle bir turkuyu dinlemesi de, baska bir guzel oluyor..

16 Ağustos 2012 Perşembe

Olimpiyat rekorlarının ekopolitiği / Akif Emre


Akif Emre

Olimpiyatların Batı uygarlığında neyi temsil ettiğini, geleneğin yeniden icadı anlamında nasıl sahneye konduğuna daha önce değinmiştim. Olimpiyatların temelinde yatan felsefenin evrenselleştirilmesi fikri Batı'nın egemenlik ve biriciklik iddialarını pekiştirmede hayli yararlı iş gördü bu zamana kadar.

Ancak olimpiyatlardaki Batı uygarlığının ve gelişmiş Avrupalı, Amerikalı ülkelerin üstünlüğü fikri 'üstün Kuzey ırkı tezini' destekler bir mahiyet arz etmemeye başladı bir süredir. Doğrudan ırkçı söylemi açık etmese de Beyaz Avrupalının üstünlük fikrini ima eden başarılarının abartılması, hatta bir müddet rakipsizliği bu arkaik bakışı besledi. En sofistike sporlarda, kırılması zor rekorlarda, beyin, kas ve eğitimin birleşmesiyle gerçekleşen başarılar, aslında hem Avrupa devletlerinin üstünlüğü fikri çerçevesinde hem de bireysel bağlamda beyaz insanın 'yeteneği'ni başarıya dönüştürme öyküsü olarak popüler kültürde yerini çoktan aldı. Üstelik reklam sektörünün devreye girmesiyle her olimpiyatta en göz dolduran sporcunun tüketim toplumunun isteklerini kamçılayan nesne haline getirilmesi de kapitalizmin alamet-i farikası oldu. Eğlence endüstrisi gibi spor endüstrisi de reklamdan payını alacak; sporcuyu iç tüketimde en başarılı reklam yıldızına dönüştürmesini bilecektir reklam sektörü.

Avrupalı ve Amerikalı sporcuların uluslararası markalarda da boy göstermesi, anlık spor karşılaşmalarındaki çarpıcı, hayret ve hayranlık uyandırıcı başarıların yanıp sönen heyecan alevinden arta kalan tüketim iştihasını sürdürmesi aynı zamanda bu sektör üzerinden bir tür kültürel egemenliğin de sürdürülmesi anlamına gelir. Sahte gerçeklikler sunan reklam, gerçek kahramanları piyasaya sürmüştür çünkü.

Ne var ki, bu başarı öyküleri artık sadece beyaz adamla sınırlı değil. Kahramanlar daha da renklenmeye başladı. Önce Amerikalı sporculardan beyazlarla eşitliği sağlayarak yarışlara katılalı beri siyahi sporcular, Amerikan bayrağı altında kendilerini beyazlar gibi hissedecekleri bir takdir topladı. Amerikan renk çoğulculuğuna geç de olsa Avrupalılar da katıldı. Daha çok fakir Afrika ülkelerinden transfer edilen siyahiler Fransız, İngiliz bayraklarını gururla dalgalandırmaya başladılar. Kas gücünde beyaz adamın üstünlüğü iddiası geri çekilmiş olsa da siyahi atleti, yüzücüyü yetiştiren, eğiten, finansman sağlayan sistem onların idi.

Batılı ülkeler Kenya'dan, Etiyopya'dan sporcuları getirerek kendi bayraklarını dalgalandırmakla neyi kanıtlamış olmaktadırlar? Kenyalı kendi ülkesinin bayrağını dalgalandırmayı neden istemez; Somalili atlet kazandığı madalyayı ülkesindeki açlığa dikkat çekmek için bir fırsat olarak neden değerlendirmez de başka bir ülkenin propagandasını yapmaya razı olur? Türkiye'nin bile transfer ederek Türk (!) yaptığı atletler, neden ismini bile değiştirerek reklam nesnesi olmayı kabul eder?

Sporun profesyonelleştiği küresel spor endüstrisinde bu tür transferlerin bir mantığı var. Son derece profesyonel ilişkiler kurulur. Ancak olimpiyatlarda amatörlük söz konusu olmasına rağmen farklı bir ekonomi-politik devreye giriyor.

Zengin ülkelerin spora yaptıkları yatırımın genel halk sağlığı ve spor etkinlikleri yatırımından farklı bir boyutu var. Bu ciddi maliyeti olan, sistemli ve sürekli bir çalışmayı gerektiren teknolojik bir örgütlenmedir. Bu nedenle bazı spor dallarında Batı dışı ülkelerden sporcular bireysel başarı kazansa da sofistike bir yatırım ve eğitim isteyen ve devler arasında rekabetin zirvede olduğu dallarda pek şansları yok. Kaldı ki, Naim Süleymanoğlu gibi propaganda amaçlı kaçırdığımız sporcu örneklerinde olduğu gibi bu tür rekortmenlerin başarılarını sürdürmelerini sağlayacak birikim de yoktur.

Sporcularının ten renkleri farklılaşsa da zengin ülkeler hâlâ üstünlüklerini koruyor. Önemli olan siyasal propagandanın sürdürülebilir hale gelmesidir. Çin'in bazı dallarda yaptığı çıkış, taklit serbest piyasa şartlarında komünist disiplinle kotarılmış başarı gibi duruyor.. Ama imajı yükselen de Çin'dir. BBC'nin bir haberine göre İngiltere örneğinde bir madalyanın maliyetinin ne kadar pahalı olduğu ortaya konuyor. 1996 Atlanta Olimpiyatları'nda sadece 1 altın madalya kazanan İngiltere, 2000 Sidney Olimpiyatları'nda 'elit sport' dallarına yaptığı özel yatırım sayesinde 11 altın almış.

'Elit spor' burada olimpiyatlardaki ekopolitiği açıklayan anahtar kavram. Çünkü elit spor dallarına yatırım yapabilen ülkeler ancak bu dallarda madalya alabilmekteler. Uzmanların yaptıkları araştırmaya göre, şu dört dalda fakir ülkelerin madalya alma şansları yokmuş: Binicilik, yelken, atletizm ve bisiklet...

Maddi gücün, yani zenginliğin ve teknolojinin imkanlarına erişemeyenlerin genelde tüm yarışmalarda özelde de bu elit spor dallarında başarı kazanma imkanları olmuyor.

Yani, zengin olmayan ülkelerin sporcularının, insanı doğasından uzaklaştıran o rekor çılgınlığını yakalama şansları kalmıyor. Belki gerçek sporu onlar yapıyordur. Reklam yıldızı olup milyonlar kazanmasalar da insan doğasıyla barışık sporcu olarak kalma şanslarını elde tutuyorlar demektir.

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=09.08.2012&y=AkifEmre

14 Ağustos 2012 Salı

Başka bir ümmet mümkün! / Hilal Kaplan

Hilal Kaplan
Düşünceli ve adanmış küçük bir grup insanın dünyayı değiştirebileceğinden asla şüphe etmeyin. Aslına bakarsanız, dünyayı değiştiren tek şey budur.

Margaret Mead


Afrika'da 60 milyon insan kronik açlık tehdidi altında yaşam mücadelesi veriyor. Her altı dakikada bir çocuk, her yıl 15 milyon çocuk açlıktan ölüyor. Son üç ayda, sadece Somali'de 29 bin çocuğun açlıktan öldüğü söyleniyor.

İnsanların açlıktan dolayı öldüğü bir dünya, Rezzâk ismine sahip bir Allah'ın yarattığı dünya olabilir mi? O ki rızık ihsan eden, tekrar tekrar, bol bol rızıklandırandır. O'nun yarattığı bir dünyada 'açlıktan ölmek' gibi bir zulmü mümkün kılan da yine bozgunculuk yapan insan değil midir?

Geçtikleri yerlerdeki tüm doğal kaynakları iliğine kadar sömürüp; arkalarında iç savaş, silah ve daha çok bozgunculuk bırakanlar Afrika'yı unuttular mı sanıyorsunuz? Meleklerin insanın yaradılışı karşısında 'yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkaracak bir ümmet mi yaratacaksın?' diye şaşkınlıkla sormasını haklı çıkaracak ne kadar zulüm varsa başından geçmiş, hâlâ da geçen bir kıta Afrika...

Kur'an-ı Kerim'de insanlık haline dair pek çok kıssa anlatılır. Bu mübarek anlatının insana sunduğu çok sarih bir seçim vardır: Bozgunculardan mısınız, ıslah edicilerden misiniz? Müslüman, hayatının her alanında ve her anında bu seçimle yüz yüze olduğunun farkında ve doğru olanı seçmekle mükellef olan kişidir. Müslüman bilir, bilmelidir: 'Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.'

Bozgunculuğun alıp başını gittiği, ölçüyü ve tartıyı tam yapmanın unutulduğu, insanlara eşyalarının eksik verildiği bir zamandan geçiliyor. Kapitalist düzen, dünya tarihindeki herhangi bir sistemden daha fazla israfa yol açıyor. Daha çok satmak için üretimi artırıyor; ancak kârın maksimize olması için tüketimin de üretime denk gelecek şekilde çoğalmasını sağlamak gerekiyor. İşte bu noktada 'insan' devreye giriyor. Zira insanları ihtiyacı olandan daha fazlasını tüketmeye teşvik etmek gerekiyor. Ürettiğini fahiş fiyatla satanlar, ürettiğine değil; onu ihtiyacı olmayanlara satmaya; tüketiciyi o ürüne ihtiyacı olduğuna inandırmaya daha çok kafa yoruyor.

Vahşi rekabet ve sömürü üzerine bina edilen bu global israf düzeninin yakıtıysa 'insan doğası' söylemi. Buna göre yapılan her tür israf 'insan doğası'nın gereğidir; daha çok almak, daha çok sahip olmak insan doğasının kaçınılmaz bir sonucudur. Bu da aslında en süfli olan nefsi yüceltmekten, ona boyun eğmekten başka bir anlama gelmez.

Nefsin arzularını 'ihtiyaç' olarak algılamayı sağlayan en büyük vesileyse reklamlardır. Bu sebeple büyük şirketlerin reklam giderleri, üretim giderlerinden daha fazladır. Çünkü insanlar kendilerini eksik hissetmedikçe, tüketmezler. Yani eksik yoksa, kazanç yoktur. Reklamlar 'yanlış ihtiyaç'lar üretirler. İhtiyacınız olduğuna, o ürünsüz eksik kalacağınıza ikna edilirsiniz. Belli bir marka çantayı kolunuza taktığınızda 'tamamlanmış' hissedeceğiniz vaat edilir; inanır alırsınız.

Anlatmaya çalıştığım israf düzenine Müslümanların ortak olmadığını söylemek mümkün mü? 'Güzel ahlâktan güzel yaşam tarzına' geçiş yapmaya çalışan tüketici özneler haline gelmeye başladığımız doğru değil mi?

Ucuz iş gücünün sömürüldüğü deniz aşırı bir ülkede üretilmiş, toplam maliyeti 20 doları geçmese de vitrine 2.000 dolarlık etiketlerle dizilen bir çantayı koluna takarak saygınlık kazanacağını düşünen, özgüvenini ve öz değerini buna bağlayan Müslümanlar yok mu?

İşçinin hakkını alın teri kurumadan vermeyi çoktan unutmuş, Hakk'ın adil bulmayacağını bilse bile, devlet öngördüğü için asgari ücretle işçi çalıştıran Müslümanlar yok mu? (Asgari ücretin altında ve/veya sigortasız işçi çalıştıranlardan bahsetmiyorum bile...)

Daha az yakıt harcayacağını bildiği araçlardan kaçınıp, böbürlenmenin kendisine yasak kılındığını bile bile kendini kullandığı binek üzerinden tanımlayan Müslümanlar yok mu?

Müslümanların yaptığı infakı misliyle yapan gayri-Müslimler varken, kapitalist-tüketici öznenin kötü bir taklidi olan Müslümanların yaptığı infakın tek başına bu dünyaya katacağı çok fazla bir şey yok. Çünkü mevzu ne kadar çok infak ettiğimiz kadar, kendi nefsimizden de ne kadar vazgeçebildiğimizdir aynı zamanda.

Müslümanların, özellikle de ülkemizin İslâm coğrafyasına örnek olabileceğini düşünen Türkiyeli Müslümanların, kapitalist ahlâktan başka bir ahlâkın mümkün olduğunu göstermesi gerekiyor. Zira kendimizde olanı düzeltmedikçe ümmette olan da insanlıkta olan da düzelmeyecek. Bu yüzden tüm eleştirilerime rağmen –ki eleştirim en başta kendi nefsimedir- başka bir ümmetin mümkün olabileceğine inanıyorum. Başka bir ümmet mümkün olduğunda, başka bir dünya da mümkün olacak zaten.

* * *

Bu yazı, geçtiğimiz Ramazan ayı içerisinde yayınlamıştı. Etrafımı kuşatan 'israfa çağrı' işaretlerini gördükçe tekrar yayınlamanın uygun olduğunu düşündüm. Çünkü bir yana dönüyorum 'Ramazan'a özel banka kredisi' reklamları, diğer yanda nefsimizden vazgeçmeyi öğrenmemiz gerekirken 'Ramazan sofralarının vazgeçilmezleri burada' sloganları...

Hissettiğim ızdırap olduğu yerde duruyor; dolayısıyla bu yazı da...

11 Ağustos 2012 Cumartesi

Furkân Suresi




61 GÖĞE büyük takım yıldızları serpiştiren, ve yine oraya [parlak] bir ışık kaynağı ve ay (gibi) bir aydınlatıcı yerleştiren (Allah) ne yüce, ne cömerttir.

62 Ve, hatırda tutmak isteyen, yani  şükretmek isteyen kimseler için [varlığına, birliğine işaret olmak üzere] geceyle gündüzün birbiri ardınca gelmesini sağlayan da O'dur.

63 Rahmân'ın has kulları ki, onlar yeryüzünde tevazu ve vekar içinde yürürler ve ne zaman kötü niyetli, dar kafalı kimseler kendilerine laf atacak olsa, (sadece) selâm! derler.

64 Onlar ki, gecenin derinliklerinde secdeye vararak ve kıyama durarak, Rablerini anarlar.

65 Ve onlar ki, “Ey Rabbimiz!” derler, “Cehennem azabını bizden uzaklaştır; çünkü onun çektireceği azap, gerçekten, pek korkunç, pek yaralayıcı olacaktır;

66 gerçekten, o ne kötü bir yer, o ne kötü bir durak!”

67 Ve onlar ki, başkaları için harcadıkları zaman, ne saçıp savururlar, ne de cimrilik yaparlar; bu ikisi arasında her zaman bir orta yol bulunduğunu [bilirler].

68 Ve onlar ki, Allah'la beraber, asla birtakım düzmece tanrılara yalvarıp yakarmazlar; ve hukukî bir gerekçe olmadıkça Allah'ın dokunulmaz kıldığı cana kıymazlar ve zina etmezler. Çünkü [bilirler ki,] bunlardan herhangi birini işleyen kimse, bir kötülüğe bulaşmış olmakla [kalmayacak],

69 [fakat] Kıyamet Günü'nde böyle birinin çekeceği azap kat kat artacak ve o Gün aşağılık bir durumda kalakalacaktır.

70 Şu kadar ki, pişman olup doğru yola dönen, inanıp dürüst ve erdemli davranışlar ortaya koyan kimseler bunun dışındadır; bundan ötürü, [önceki] kötü hallerini Allah'ın iyi hallere dönüştürdüğü kimseler işte böyleleridir; çünkü Allah çok acıyıp esirgeyen gerçek bağışlayıcıdır.

71 Zaten kim ki tevbe eder ve [sonra da] dürüstçe, erdemlice davranırsa, gereği üzere Allah'a yönelen işte odur.

72 Onlar ki, yalan ve asılsız olandan yana şehadet etmezler; boş ve anlamsız şeylerle [uğraşan kimselere] rastladıkları zaman yanlarından vekarla geçip giderler.

73 Ve onlar ki, kendilerine Rablerinin mesajları hatırlatıldığı zaman, körler(in) ve sağırlar(ın yaptığı) [gibi] (düşünüp anlamadan) onların üzerine üşüşmezler.

74 Ve onlar ki, “Ey Rabbimiz!” diye niyaz ederler, “Bize göz nûru olacak eşler ve çocuklar bahşet; bizi Sana karşı sorumluluk bilinci taşıyan kimseler için örnek ve öncü yap!”

75 İşte bunlar, güçlüklere göğüs germelerinden ötürü [cennette] üstün bir makamla mükafatlandırılıp orada dirlik ve esenlik nidâlarıyla karşılanacak olan kimselerdir!

76 (ve onlar) orada sonsuza kadar yaşayıp gideceklerdir; bu ne güzel bir varış yeri, bu ne üstün bir makam!

~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
61 HALLOWED is He who has set up in the skies great constellations, and has placed among them a [radiant] lamp and a light-giving moon.

62 And He it is who causes the night and the day to succeed one another, [revealing Himself in His works] unto him who has the will to take thought - that is has the will to be grateful.

63 For, [true] servants of the Most Gracious are [only] they who walk gently on earth, and who, whenever the foolish address them, reply with [words of] peace;

64 and who remember their Sustainer far into the night, prostrating themselves and standing;

65 and who pray: `O our Sustainer, avert from us the suffering of hell - for, verily, the suffering caused by it is bound to be a torment dire:

66 verily, how evil an abode and a station!`;

67 and who, whenever they spend on others, are neither wasteful nor niggardly but [remember that] there is always a just mean between those [two extremes];

68 and who never invoke any [imaginary] deity side by side with God, and do not take any human beings life - [the life] which God has willed to be sacred - otherwise than in [the pursuit of] justice, and do not commit adultery. And [know that] he who commits aught thereof shall [not only] meet with a full requital

69 [but] shall have his suffering doubled on Resurrection Day: for on that [Day] he shall abide in ignominy.

70 Excepted, however, shall be they who repent and attain to faith and do righteous deeds: for it is they whose [erstwhile] bad deeds God will transform into good ones - seeing that God is indeed much-forgiving, a dispenser of grace,

71 and seeing that he who repents and [thenceforth] does what is right has truly turned unto God by [this very act of] repentance.

72 And [know that true servants of God are only] those who never bear witness to what is false, and [who], whenever they pass by [people engaged in] frivolity, pass on with dignity;

73 and who, whenever they are reminded of their Sustainer`s messages, do not throw themselves upon them [as if] deaf and blind;

74 and who pray `O our Sustainer! Grant that our spouses and our offspring be a joy to our eyes, and cause us to be foremost among those who are conscious of Thee!`

75 [Such as] these will be rewarded for all their patient endurance [in life] with a high station [in paradise], and will be met therein with a greeting of welcome and peace,

76 therein to abide: [and] how goodly an abode and [how high] a station!
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

9 Ağustos 2012 Perşembe

Unutulan Sünnet "İtikaf" ve Kur'an'ın İndiği Ay "Ramazan"

Unutulan Sünnet "İtikaf" - Mustafa İslamoğlu / Cuma Hutbesi (03-08-12)



Kur'an'ın İndiği Ay "Ramazan" - Mustafa İslamoğlu / Cuma Hutbesi (27-07-12)




Notlar:

~Elhamdulillah, bu sene gecen senelerde oldugu gibi, anneannem evde babam camide itikafa girdiler, dun ikindiyle birlikte. Babamla dun oglen vakti telefonda konusurken, sesinde ki istedigi camide itikafa girememenin vermis oldugu buruklukla; `Zehra, insallah birdahaki Ramazan itikafa Medine`de gireriz. Goruyorsun buradaki mucadelemizi!`diyerek duasini yapti, ben de`Insallah babacim` dedim, insallah...

~Ve Nursen, umarim gecen Ramazan, Manchester`da Muslim Youth Foundation`da itikaftayken buldugun anlatilmasi zor olan o guzellikleri ve dostlari bu Ramazanda da bulursun. Bayram namazinda London Central Mosque`ta bulusmak dilegiyle = )

7 Ağustos 2012 Salı

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Story of three Victorian gentlemen / Zehra


              This documentary tells the little-known story of three Victorian gentlemen
                                                    - William Quilliam, Baron Headley and Marmaduke Pickthall -
                                                                                who embraced Islam at a time when to be a Muslim was to be seen to be a traitor to your country.




If you would like to have more informations about Abdullah Quiliam`s; 

If you would like to download the book of Abdullah Quiliam`s `Faith Of Islam `;    

PS:  It is exciting to discover new things with family together... 
I would like to say thank you to my uncle, Huseyin Muhammed for showing us this video and thanks to Perviz and Umar for sharing more information about Willim Quiliam with us last night in iftar. I hope that we could visit Willim Quiliam`s, Marmaduke Pickthall`s and Abdullah Yusuf Ali`s graves at Brookwood Cemetery soon inshAllah.