'İslam hayatın tüm alanlarını kuşatır' cümlesi bazılarını neden rahatsız eder? Ya da İslam'ın kapitalizme de, sosyalizme de eklemlenemeyeceğini dile getirmek liberalleri neden ürkütür?
Başka sorular da sorulabilir bu bağlamda... Liberalizm salt bir teori midir? Siyasi ve ekonomik bir teori ise ahlaktan bağımsız mıdır? Liberalizmin bir dinin, özellikle İslam'ın, sınırlarını çizmeye yetkisi var mıdır?
Tüm bu soruları da çoğaltabiliriz. Meşru ticaretin, ekonominin İslam'da yeri olmadığını savunmak nasıl abesle iştigal ise İslam'dan kapitalizm çıkarmak da 'gayrı ahlakilik', en hafif tabirle sapmadır. Tıpkı İslam'ın, servetin tekelleşmesine, sömürüye karşı olması ilkesine dayanarak her türlü ekonomik faaliyeti dışlamanın; İslam'dan antikapitalizm adına sosyalizm çıkarmanın anlamsızlığı gibi...
Kapitalizmin doğasını anlamadan her tür ekonomik faaliyeti kapitalizm etiketi altında İslam'la bağdaştırmak ekonomi-politik düzlemdeki yanlışlığından önce bir ahlak sorunudur. İslam'ı kapitalizme eklemlemek; tarihsel süreç içinde kapitalizmin hiç de arızi olmayan, doğasında var olan günah galerisine İslam'ı ortak etmek, -en hafif tabirle- iyi niyetli, tutarlı bir çıkış değil. Finans kapitalizmini doğuran sürecin, kapitalizmin altın devrini yaşadığı sanayi kapitalizminin vahşi kapitalizmle eşleştiği sürecin, sömürgeciliğin yedeğinde gelişen sınıf ayrımının, emeği sömüren tarihsel gerçekliklerin kapitalizmin ayrıksı uygulamaları olduğunu söyleyen, en azından, batı kapitalizminin gelişiminden bihaber demektir, eğer bilinçli bir seçkicilik yapmıyorsa.
Bir Müslüman olarak, kesin emirle faizi yasaklayan İslam'ı kapitalizme eklemlemek isteyenler, bunun aynı zamanda Müslümanlıktan neleri alıp götürdüğünün cevabını vermek zorundalar. Liberal ahlaksızlığı, ikiyüzlülüğü savunmanın Müslümanlıktan neleri alıp götüreceğinin cevabını vermek zorunda oldukları gibi...
İslam hayatın içindedir... Bizzat Hz. Peygamber siyasetten ticarete hayatın tüm alanlarında örnek olmuş, İslam toplumunun temellerini atmıştır. Bu nedenle İslam medeniyeti boyunca Müslümanlar ticaret hayatında da aktif oldular. Dünyayı siyaseten, iktisaden, kültürel olarak şekillendirdiler. Bu süreçte farklı medeniyetlerle temas etmekten çekinmediler. Temel ilkelerini koruyarak farklı deneyimlerden yararlanmasını, dönüştürmesini bildiler. Hiçbir komplekse girmeden felsefeden, teknolojiye insanlığın bütün birikimiyle yüzleşmesini bildikleri gibi istifade de ettiler. Bunu yaparken aldıkları birikimi eleştirdiler; süzgeçten geçirerek kendi malları haline getirdiler.
Bugün İslam'ın kapitalizmle uzlaşmasını hatta kapitalizmin kendisi olduğunu söyleyenler, İslam'ın kapitalizme biat etmesini, kapitalizm içinde erimesini istemektedir. Tersinden anakronizmi Müslümanlara dayatan bu tutuma karşı çıkmanın adı 'komploculuk' olabiliyor.
İslam'ın iktisadi görüşünün kapitalizmle uyumlu hale getirilmesi, temel ilkelerinden vazgeçilmesi; İslam'ı küresel sisteme adapte etmekle, kaynakları tükenen Batı dünyasına Müslümanların müşteri haline getirilmesiyle sonuçlanabilir. İslam dünyasının önündeki en önemli sorun, özellikle 'Arap Baharı'yla yaşanan dönüşümle birlikte, Müslümanların küresel sisteme karşı bir alternatif mi sunacağı yoksa müşteri mi olacağı sorusudur. İslam dünyasının maddi sorunlarının başında, sadece elinde bulundurduğu ve hâlâ üzerinde söz hakkı olamadığı zenginliğin sahibi olup olamaması sorunudur. Ve de bu zenginlikten, adil bir paylaşımla, bölgenin faydalanması kadar sistem önerisiyle de hegemonik sisteme karşı alternatif olma iddiasını sürdürüp sürdüremeyeceği sorusudur.
Müslümanların kapitalist sisteme biat etmesine, İslam'ı da kapitalizmin destekleyici ve mistik bir unsuru haline getirmeye çalışmak; evrensel, ahlaki ilkelerinden vazgeçip İslam'ı sekülarize etmeyi teklif etmektir.
F. Braudel'den beri artık kapitalizmin tüm efsanelerine rağmen piyasa düşmanı olduğunu tüm dünya ezberlemişken ve Hz. Peygamber'in güç ve iktidara karşı verdiği mücadele örnekliğine rağmen İslam'ın adaletsiz paylaşım ve tekelleşmeye tâbi, hatta onun motive edici bir unsur olarak yedekte bir din olma durumuna dönüştürülmesi oyunu bozulmalı.
Müslümanlar reaksiyoner biçimde hayatın kaçan değil düzen kuran, alternatif üreten, tarihsel süreçte de tecrübe edilmiş birikimi ile modern zamanlara da teklif sunan bir medeniyetin varisleri olarak kendi dilini kurmak, sistemleştirmek zorundadır. Ödünç kavramlar, eklektik kavramlar, ilkesiz durum alışlar İslam dünyasının da insanlığın da son umudunu tüketir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder