19 Nisan 2013 Cuma
Hz. Peygamber ve İnsan Onuru (2) / Mehmet Görmez
Diyarbakır’da Kutlu Doğum Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in Konuşması;
“Kutlu Elçi’ye selam olsun…”
Bugün kutlu doğumunu idrak ettiğimiz Efendimizi saygı ve tazimle yad ediyorum. Diyarbakır’da medfun Zülküfl ve Elyesa peygamberlere selam olsun. Diyarbakır’da medfun olan Resul-i Ekrem’in ashabına başta Halid Bin Velid’in oğlu Süleyman Hazretlerine selam olsun. Belki de Cennetül Baki ve Cennetül Mualla’dan sonra en çok sahabinin medfun olduğu Diyarbakır’dayız. Sevgili Peygamberimizin, refiki alaya hicretinden yedi sene sonra İslam orduları İyaz Bin Ganem komutasında Diyarbakır’a girdiler. O kutlu orduya, o ordunun bütün neferlerine selam olsun. Anadolu’da kapılarını ilk defa Rahmana secde edenlere açan daha sonra kendisine kardeş olan Bursa Ulu Camii’nin kardeşi Diyarbakır Ulu Cami’ye selam olsun. O Ulu camide Rahman’a secde eden bütün mü’minlere selam olsun.
Çok değerli kardeşlerim, her yıl kutlu doğum için yüreğimizde çorak kalmış, hayatımızda çorak kalmış bir yönümüzü Resul-i Ekrem’in şifa dağıtan mesajlarıyla buluşturmaya çalışıyoruz. Bu yıl “Hz. Peygamber ve İnsan Onuru” dedik. Zira insan zaman zaman kendisini unutuyor. Rabbimiz Kur’an’da “Ey insanlar eğer siz rabbinizi unutursanız rabbinizde size kendinizi unutturur” İnsan zaman zaman kendisini unutuyor. Ne kadar yüce varlık olduğunu unutuyor ve ihmal ediyor. Sadece insana insanı bir nebze olsun yeniden anlatmak istedik Resul-i Ekrem’in kutlu doğumunda. İnsan varlık sebebini, hayatın anlamını unutuyor. Anlamlı dünyanın anlamlı sakinine, hayatın anlamını, varoluşun gayesini yeniden hatırlatmak gerekiyor.
“İnsanın onurunu kıranlar insana bu değerlerin doğuştan verildiğinden habersizler…”
Neden insan onuru? Zira dünyanın her yanında insanın onuru rencide edilmeye, zedelenmeye ayaklar alt alınmaya devam ediyor. En kötüsü insanın onurunu kıranlar, incitenler onurun, izzetin, şerefin, itibarın, değerin doğuştan her insana verildiğini unutuyor, bilmiyorlar. Onur elçisinin onur mücadelesini insana ve insan onuruna verdiği değeri, insan onurunu yüceltmek için verdiği mücadeleyi, kız çocukların, kadınların, erkeklerin, kölelerin, fakirlerin, yetimlerin, miskinlerin, mazlumların, zayıfların onurunu korumak için nasıl mücadele ettiğini hep birlikte yeniden hatırlamaya ihtiyacımız var.
“Veda hutbesi bir onur manifestosudur…”
Neden insan onuru? Zira onur elçisine göre insan, bizatihi doğuştan, yaratılıştan değerli ve onurlu bir varlıktır. Bütün insanlık veda hutbesinde o muhteşem onur manifestosunda, “Ey insanlar, hepiniz Ademdensiniz Adem’de topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, siyahın beyaza, beyazın siyaha hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük sadece takvadadır” ifadelerini yeniden hatırlamaya bir kez daha ihtiyacımız var. Aynı hutbede “İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittir” ifadesini yeniden duymaya insanların ihtiyacı var.
Ona göre insanın canı, kanı mukaddestir dokunulamaz. Ona göre insanın ırzı, onuru, namusu mukaddestir dokunulamaz. Ona göre kadın yaratılış itibarıyla ilahi vahye muhatap onurlu bir varlıktır. Kadını kadın olduğu için aşağılamak ona göre en büyük onursuzluktur. Ona göre çocuk cenin safhasından itibaren hak sahibi onurlu bir varlıktır. Allah’ın insanlığa şerefli bir emanetidir.
Yetimler, kimsesizler ve onları gözetip koruyanlar onun cennetteki arkadaşlarıdır. Onun nazarında köle olarak doğan hor ve hakir görülen Zeyd’in oğlu Usame İslam ordularının komutanı olmasında hiçbir sakınca yoktur. Onun nazarında İki gözü görmeyen Abdullah İbni Mektum’un kendisinden sonra Medine’de onun valisi, vekili olmasında hiçbir engel yoktur.
Onun gözünde adaleti yerine getirme hususunda kızı Fatıma ile Mahsun kabilesinden Fatıma Binti Esved arasında hiçbir fark yoktur. Ona göre insanın onuruna, saygınlığına, maddi ve manevi şahsiyetine yönelik her hareket en büyük suçtur, en büyük günahtır. Hiç kimse soyundan, sopundan, ırkından, renginden dolayı kaş göz işaretiyle dahi asla hor görülemez, aşağılanamaz, hakir görülemez.
O sebepledir ki Bilal-i Habeşi’ye “Siyah kadının oğlu” diye hitap ettiği için Efendimiz Ebu zer Gıfari’ye “Ey Eba Zer, sende hala cahiliye tortuları var” demiştir. Cahiliye tortuları kendisinden sonrada zaman zaman İslam toplumlarında nüksetmiş ve İslam toplumlarındaki barışı, kardeşliği, huzuru hep ortadan kaldırmıştır. O cahiliye adetleri Emeviler döneminde, Abbasiler döneminde, Endülüs’te, Osmanlının yıkılışında ve bugün İslam dünyasının her tarafında nüksedilen cahiliye adetleri vardır.
“Mezhepçilik ve milliyetçilik cahiliye tortularıdır…”
Diyarbakır’a İslam ordularının geldiği zamanlarda Hz. Ömer döneminde Sad Bin Ebi Vakkas ve Selman-ı Farisi arasında küçük bir kırgınlık oluşmuştur. 12 sahabe oturuyor. Sad Bin Ebi Vakkas her birisine kendi mezhebini saymasını söyledi. Ve herkes kendi atalarını saymaya başladı. Sıra Selman-ı Farisi’ye gelmişti. Selman, hala cahiliye tortularını taşıyacak olanlara mesaj olacak şu ifadeleri kullandı; “Benim İslam döneminde hiç atam olmadı. Ben kendimi şöyle tanıtıyorum. Ben, İslamoğlu Selman’ım” dedi. Bunu işiten Hz. Ömer meclise gelir ve derki; “Kureyşliler iyi bilirler ki Hattaboğulları cahiliye döneminde ne kadar aziz sayılır. Ama şunu herkes bilsin ki, ben de İslamoğlu Ömer’im ve İslamoğlu Selman’ın kardeşiyim”
“İnsan hiçbir zaman kendi hayatını başka hiçbir insanın hayatına araç haline getiremez…”
Doğumunu kutladığımız bizi bugün sene-i devriyesiyle onurlandıran Efendimize göre insan, gaye varlıktır, araç varlık değildir. İnsan hiçbir zaman kendi hayatını başka hiçbir insanın hayatına araç haline getiremez. Bu sebeple Şeyh Galip “Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen, merdum-i dide-i ekvam olan Ademsin sen” İnsan alemin özüdür. Kâinatın gözbebeğidir. İnsan gaye varlıktır. İnsan ürünü hiçbir ideoloji insan ve insanlık onuru kadar yüce olamaz. Onun için hiçbir insan kendi hayatını insanlık onurunu ayaklar altına alan hiçbir ideolojiye feda edemez.
Dinde, hukukta, devlette insan onurunu yüceltmek için vardır. İnsan din için, devlet için, hukuk için değildir. Dinde, hukukta, devlette insan içindir insana göre yapılmıştır. İnsan onurunu zedeleyen, rencide eden hiçbir söz ve davranış meşruiyetini İslam’dan ve İslam Peygamberinden alamaz.
“Bir insanın onurunu kırmak bütün insanlığın onurunu kırmakla eş değerdir…”
Peygamber Efendimiz bir gün Kabetullah’ı tavaf ediyordu. Kâbe’ye bakarak şöyle dedi; Ey Kâbe, ne kadar hoşsun, ne kadar güzelsin, yücesin fakat canım elinde olan Allah’a yemin olsun ki, bir mü’minin kalbi senden daha hoştur, güzeldir, yücedir” Bunun içindir ki, bir insanın onurunu kırmak bütün insanlığın onurunu kırmak gibidir, bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir, bir insanı yaşatmak bütün insanlığı yaşatmak gibidir.
“Çöplerden yiyecek toplayarak karnını doyuran çocuğun onuru bizim onurumuzdur…”
Çöplerden yiyecek toplayarak karnını doyuran çocuğun onuru bizim onurumuzdur. Gelecek kaygısıyla hayat hakkı ellerinden alınan bebeklerin onuru bizim onurumuzdur. Yetimler, kimsesizler, çaresizler, sokak çocuklarının onuru hepimizin onurudur. Ayazda mendil satarak yahut dilenerek hayatını kazanmaya çalışan kadının onuru hepimizin onurudur, bütün insanlığın onurudur. Şiddete, tacize, töre cinayetlerine, fuhşa zorlanan kadınların onuru bütün insanların onurudur. Zorla evlendirilen genç kızların onuru hepimizin onurudur. İnsan onuruna uygun yaşayamayan bizim yediğimizden yiyemeyen, giydiğimizden giyemeyen ama yanımızda çalışan arkadaşlarımızın, bizim hizmetlerimizde çalışan insanların onuru bizim onurumuzdur. Alkol ve uyuşturucuyla zehirlenen gençlerimizin onuru bizim onurumuzdur. Suriye’de, Irak’ta, Myanmar’da, Arakan’da öldürülen insanların onuru bizim onurumuzdur. Afrika’da açlık ve susuzluk içinde kıvranan insanların onuru bütün insanlığın onurudur.
“Nasıl ki bireylerin, insanların, fertlerin günahları olur, toplumların da günahları olur…”
İnsan Ahsen-i Takvim üzere yaratılmıştır ama esfeli safiline gitme ihtimali vardır. Alayi illliynden esfeli safiline götüren insanın kendi davranışlarıdır. Yaratılıştan sahip olduğu onur değildir. Her insan hata yapabilir, aslolan hatada ısrar etmemek nasuh bir tövbe ile tövbe etmektir.
Nasıl ki bireylerin, insanların, fertlerin günahları olur, toplumların da günahları olur. Kişilerin hata yapmalarına rıza gösterildiği zaman o günah bütün topluma yayılır. Kötülük için toplumsal bir atmosfer oluşur. Tıpkı bugün küresel günahların ortaya çıktığı gibi.
Bu sebepledir ki, Hz. Musa’nın duası Kur’an’da dikkat çeker; “Rabbim, bize öyle bir nimet ver ki, biz o nimet sayesinde hayatımız boyunca hiçbir suçluya, hiçbir mücrime, hiçbir zalime arka çıkmayalım, destek olmayalım. Eğer karnını doyuramadığı için bir insan yanlışa düşüp hırsızlık yaptıysa suçlu sadece kendisi olmaz. Toplumda suçlu olur. Eğer maddi sıkıntıdan dolayı bir baba bunalım geçiriyor, cinnet halinde ailesini katlediyorsa toplumda suçludur. Eğer bir insan doğuştan gelen haklarına sahip olmadığı için renginden, dilinden dolayı bir insan öteleniyorsa, en küçük bir horlamayla karşı karşıya kalıyorsa o suç toplumsal bir günaha dönüşür. Eğer bir toplumda can, mal, nesil, akıl, din, emniyeti ortadan kalkarsa, devlet adalet görevini yerine getirmezse o suç bütün toplumun olur.
“Peygamberimizin eli değdi diye Hacer-i Esved’e el süren müminin eli hiçbir zaman silah alarak mümin kardeşine doğrultamaz…”
Dünyada daha bu yüzyıl içerisinde çok büyük felaketler yaşandı. Almanya’da ırkçılık sebebiyle yüz binlerce insan katledildi. Bosna’da birkaç hafta içerisinde, birkaç hafta önce komşuları olan insanlara adeta bir soykırım uygulandı. Şimdi yanı başımızda Suriye’de kardeşler arasında ortaya çıkan kavgayı çok büyük bir üzüntüyle görüyor seyrediyoruz.
Kardeşlerim, nasıl ki bireylerin günahı var, nasıl ki toplumların günahı var aynı zamanda her günahın bir de tövbesi var. Toplumların tövbesi topyekûn hatalarını görmek ve bir daha o hatada ısrar etmemektir. Bunun için Hz. Peygamber’i örnek almak zorundayız. Peygamber sevgisini kalbinde taşıyan mümin, kendisi için istediğini mümin kardeşi içinde istemek zorundadır. Peygamber sevgisini kalbinde taşıyan mümin kardeşinin kalbini kıramaz, Halili Rahman’ı yıkamaz. Peygamber sevgisini kalbinde taşıyan kardeşiyle üç günden fazla küs duramaz. Peygamber sevgisini kalbinde taşıyan mümin cahiliye tortularını yüreğinde, zihninde, dimağında asla taşıyamaz. Onun sevgisiyle yanan gönül kin, nefret, intikam, öfke bulunduramaz. Onun sevgisiyle gözyaşı döken mümin bırakın masum bir anneyi, masum bir insanın gözyaşı dökmesine asla razı olamaz.
Peygamberimizin eli değdi diye Hacer-i Esved’e el süren müminin eli hiçbir zaman eline silah alarak mümin kardeşine doğrultamaz. Resul-i Ekrem’in hayatında bir hakem olayı vardır. Hani Kabe yeniden inşa edilir. Hacer-i Esved kırılmıştır. Mekke’nin ileri gelen bütün kabileleri Hacer-i Esved’i yerine koymak için birbirleriyle yarışır hatta ihtilaf ederler. Kabe’ye ilk gelecek kişiyi hakem olarak tayin ederler. Resul-i Ekrem görünür. Daha 25 yaşında delikanlı iken. Onu hakem tayin ederler. Resul-i Ekrem hırkasını yere serer, kırılan Hacer-i Esved’in kırılan parçalarını üzerine koyar ve onlara der ki; “Şimdi herkes hırkanın bir ucundan tutarak taşı yerine koysun” hep bilrikte taşı alırlar ve yerine koyarlar.
Şimdi ben de bütün Diyarbekir’li kardeşlerime ve onların şahsında bütün halkımıza sesleniyorum. Bu Kutlu Doğum Haftamızda hepimiz hırkamızı yere koyalım ve o hırkanın içerisine bugüne kadar bu ülkede kırılan bütün kalpleri, onurları koyalım. Sonra hep birlikte, her birimiz Edirne’deki, Hakkari’deki, Bursa’daki, Ankara’daki hatta gönül coğrafyamızdaki, Balkanlardaki, Orta Asya’daki bütün İslam coğrafyasındaki bütün kardeşlerimize seslenerek her birimiz bugüne kadar zedelenen insan onurunu, kırık kalpleri, kırık yürekleri hırkalarımızın üzerine koyalım. Her birimiz ucundan tutalım ve Kabetullahın o şerefli mekanına en güzel şekilde yerleştirelim.
http://www.diyanet.gov.tr/turkish/dy/Diyanet-Isleri-Baskanligi-Duyuru-18807.aspx
Ebru: Hikmet Barutçugil
('40Gül 40 Hadis' 40. yıl 5. Sergisinden, Bağlarbaşı Kültür Ve Sanat Merkezi)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder