24 Mayıs 2013 Cuma

Doğadaki İnsan

- Doğadaki İnsan -









 
        Serdar Kilic'in hazirlayip sundugu bu guzel programa, gecen hafta TRT Haber'de rastaladim, 4. bolumuydu seyrettigim ve cok begendim. Boylesi, benzer programlari farkli kulturlerde de izledim ama boylesini ilk defa goruyorum. Ve bu program, televizyonu, zaman zaman haberleri seyretmek disinda da acmam gerektigini hatirlatti bana = )  
Izlemek isteyenlere, iyi seyirler efendim...

https://www.youtube.com/user/SerdarKOfficial?feature=watch

21 Mayıs 2013 Salı

Bu Ülke / İbrahim Tenekeci


İbrahim TENEKECİ

Üzerinde yaşadığımız bu topraklar, namaz kılar gibi vatan kılınmıştır. Bunun aksini kimse söyleyemez.
Yunus Emre'nin niçin çok sayıda türbesi olduğunu hiç düşündünüz mü? Ona sahip olmakla değil, bu topraklara sahip çıkmakla ilgili özel bir durumdur bu. Dönemin şartlarını göz önünde bulundurursanız, o türbelerin her birinin birer tapu senedi olduğunu görürsünüz.
Rivayetlere göre, Saru Saltuk vefat ettiğinde, evinden yedi tabut birden çıkmış ve her tabut, başka bir yöne götürülmüş, gömülmüştür. Bunun nedenini biraz düşünün derim.
Ben de düşüneyim: Bu topraklarda daha yeniyiz. Ne olacağımız belli değil. İnsanımız, hiç olmazsa bu kabirlere, türbelere sahip çıkar, buraları kolay kolay terk etmez.
İbn-i Haldun, coğrafyanın kader olduğunu söyler. Türkiye de bizim kaderimizdir.
İnancıma göre, burası, Uhud savaşında okçuların korumak zorunda olduğu, hiç ayrılmamaları gereken tepe gibidir. Buradan bakınca, Mekke'den Medine'ye, Bağdat'tan Kudüs'e, Buhara'dan Semerkand'a, Saraybosna'dan Üsküp'e kadar her yer görünür. Burayı terk etmek yahut zayıf bırakmak, ta oralara yansır, nitekim yansımıştır. O halde, Türkiye'nin 'köprü' olduğunu söyleyenlere 'kale' hatırlatması yapalım.
Burası, ülkelerden bir ülke, topraklardan bir toprak değildir. Burada yaşamanın, kalmanın çeşitli zorlukları vardır. Buna 'bedel ödemek' diyoruz. Unutmayalım ki, insanlar ölür, milletler yaşar. Bazen bir bir, bazen bin bin.
Şimdi, yeni bir dönemden geçtiğimiz söyleniyor. 'Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda' gibi duygular, bayrak gibi kelimeler, bazılarına göre, 'hamaset' kapsamına giriyor. Girsin.
***
Borçtan kurtulmanın iki yolu vardır: Ödemek yahut inkâr etmek. Bu, doğup büyüdüğümüz topraklar için de geçerlidir. Örneğin, askerlikten kaçmak ile inkâr etmek arasında pek bir fark yoktur. Veya bana öyle geliyor.
Anadolu'da, hayırlı evlat ile hayırlı devlet, aynı cümle içinde kullanılır. Bu bir dilektir, duadır: 'Allah hem hayırlı evlat, hem hayırlı devlet nasip etsin.' Ne güzel.
Güzel olmayan ise, çok uzun zaman, Türkiye'nin ne anlama geldiğini idrak edememiş insanlar tarafından yönetilmiş olmamızdır. Kılıçdaroğlu, bu zihniyetin son temsilcisidir. O, bu milletin, İslam'ın baharı olduğunu bilmez.
'Karanlıktaysan, gölgen bile seni yalnız bırakır' sözünün nasıl bir şey olduğunu ise çarşamba sabahı, Brüksel'deki Avrupa Parlamentosu'nda gördük. Oldu mu? Olmadı.
Uzatmayalım, fakat devam edelim.
Yüksek kültür, yüksek bir hayat tecrübesiyle elde edilir. Bu, devletler için de böyledir. Selçuklu-Osmanlı aklı, bize bu konuda çok şey söyler.
Devlet terbiyesinden bîhaber kimselerin devleti yönetmeye talip olması, aziz milletimizin gözünden ve gönlünden elbette kaçmıyor. Bunu unutmayalım: Sadece insanlar değil, milletler de tecrübeden ibarettir. Moğol istilası da, Tek Parti dönemi de, bu tecrübelerden biridir.
***
Kalp, insanın ana yurdudur, baba ocağıdır. Bu topraklar da, iyiliğin, merhametin, şefkatin ana yurdudur. Anadolu ismi de buna dahil.
Pul koleksiyonuna biraz ilgi duyanlar bilir: Bu ülkede, 'şefkat pulları' basılmıştır. İşte bu şefkat, yardım kuruluşlarımız sayesinde, dünyanın en ücra yerlerinde bile kendini gösteriyor, milletimizi temsil ediyor.
Şefkat ve merhamet bahsini, yaşanan son hadiseler üzerine açtım. Yüksek kültürümüz, güzel ahlakımız ve mesuliyet duygumuz, bize, misafirin emanet dairesinde olduğunu söyler. O, canımızdan ileridir.
Ayrıca, gelen, bereketiyle birlikte gelir. Sofraya, fazladan bir kaşık koymakla bin kaşık koymak arasında fark yoktur.
Savaş sahasındaki evlerine dönmek zorunda kalan bazı muhacirlerin / misafirlerin görüntüsü, nereden bakarsak bakalım, neler yaşanmış olursa olsun, bize yakışmamıştır. Belli ki, oralarda da, Türkiye'nin ne anlama geldiğini idrak edememiş kimseler var. Yahut, görevliler, 'görevlilere' engel olamıyor.
Son sözümüz Hazreti Ali'den olsun: 'Dostlarını üzmekle, düşmanlarını sevindirmiş olursun.'

16 Mayıs 2013 Perşembe

Bu kötülüğe gözünüzü kapatmayın / Berat Özipek

Berat Özipek

Reyhanlı’dan kaçış” başlığıyla veriyor yerel bir gazete haberi. Gün içinde çok sayıda insan sınıra yığılmış.
“Bazı sığınmacıların ev ve işyerlerine saldırılar yapıldı. Ölüm korkusuyla kaçtıkları Suriye’nin yolunu tuttular” diyor Tv8, “Aralarında hasta ve yaşlıların da olduğu mülteciler sınırı geçti, onların tedavisi nasıl yapılacak belli değil.”
“Suriye’ye dönüyoruz” diyor bir sığınmacı, “Öleceksek orada ölelim.”
***
Uzunca bir süredir Hatay’da utanç verici bir insanlık suçu işleniyor.
İnsan haklarını koruma amaçlı uluslararası bir örgütün temsilcisi olan arkadaşım, “hastanelerde Suriyeli sığınmacılara karşı yerli halktan çok kötü muamele edenler var” demişti.
Mazlumder’in dün yayımlanan “Hatay Reyhanlı Ön İnceleme Raporu” da bu ürkütücü duruma işaret ediyor.
***
Sığınmacılara yönelik saldırılar ister yabancı düşmanlığının ürünü olsun, ister mezhep veya ırk temelli ayrımcılık, isterse de başka bir açıklaması olsun, böyle bir sorun var.
Elbette burada kullanılan dile dikkat etmek, bunun da başka bir ayrımcılığa dönüşmesine yol vermemek gerek. Ama bu kaygı, ihlale göz yummayı gerektirmiyor.
“Yok, bizimkiler yapmaz” diyenler de saçmalıyor. Bütün “bizimkiler” bunu yapar. Sünniler de yapar, Aleviler de yapar, Nusayriler de yapar, Türkler de, Kürtler de yapar.
Çünkü dünyanın her ülkesinde, etnik, dini, siyasi kültürel, cinsel vb. gerekçelerle başka insanlara saldıracak “makul sayıda” rezil vardır.
Hukuka düşen, ayrımcılık yasağını işletmek ve buna mani olmaktır.
Hükümete düşen, sığınmacılara yönelik olarak işlenen suçlara karşı önlem almaktır. Etkili bir soruşturma yürüterek, suçluların mahkeme önüne çıkarılmasını sağlamaktır.
Hükümet, güvenlik kuvvetlerinin müdahalesizliğine ilişkin şikayetleri de ayrıca önemsemelidir. Çünkü bu “ihmal”ler masum değildir ve üstesinden geldiğini sandığı derin kötülük, orada iş başında olabilir.
***
Bu ülkede uzunca bir süredir, Suriye sorunu üzerinden, sığınmacıları hedef alan türden utanç verici bir siyaset yapılıyor.
Suriyeli sığınmacılar konusunda CHP ve Türk solunun önemli bölümü, Batı’daki aşırı sağın dilini kullanıyor.
Bir CHP milletvekili çıkıyor ve “onlara ev vermeyin” diyebiliyor. Ev verenlerle “gerekirse selamı kesin” diyebiliyor.
“Burada bir sınavdan geçiyor herkes,” diyordu Ahmet Davutoğlu, “Sayın Kılıçdaroğlu, yaptığı konuşmalardan birinde diyor ki ‘Biz olsaydık konteyner kentleri kurmazdık.’ ‘Niye kurmazdınız’ diyorlar. ‘Onları kabul etmezdik’ diyor. ‘Çünkü bu insanlar beladır, bela açar’ diyor.”
***
İki farklı zihniyet ve ruh halinin kavgası bu.
Bu anlamda biz aslında Suriye’yi konuşmuyoruz.
Sığınmacılar üzerinden, bizim iyilik ve kötülük karşısında yaptığımız çok temel bir tercihten söz ediyoruz.
Ve demokrat tanınan pek çok yazar, buradaki aşikar kötülüğü açıkça mahkum edemiyor.
OYSA adı üstünde, SIĞINMACILARDAN SÖZ EDİYORUZ.
Yani bizim siyasi kavgalarımızla hiç alakası olmayan, evini yurdunu terk etmiş insanlardan, bölünmüş ailelerden, hastalardan, yaralılardan ve çocuklardan söz ediyoruz.
***
“İnanın cehennem diye bir yer var ve tahmin edin oraya kimler gidecek” diyor CHP’den Emine Ü. Tarhan.
Ben kimin cennete kimin cehenneme gideceğini bilmem.
Ama madem soruyor, tahmin edeyim.
Dünyanın en savunmasız insanlarını, sığınmacıları hedef alanlar olabilir mi?
Onlara yönelik barbarlığı görmezden gelenler olabilir mi?

14 Mayıs 2013 Salı

İsrail'e vuramayan Reyhanlı'ya niçin vurur? / Cengiz Çandar

Cengiz ÇANDAR

Reyhanlı'daki patlamaları Ortadoğu politikasında 'etkili bir aktör' olmanın 'kaçınılmaz maliyetlerinden biri' olarak görmek gerekir.


Reyhanlı’da cumartesi günü meydana gelen ve Radikal’in birinci sayfasında boydan boya ‘Katliam’ manşetiyle yansıtılan olayı, Lübnan, 1975’te başlayan iç savaştan bir yıl sonra Suriye’nin 25 bin askeri ve istihbarat kuruluşuyla ülkeye yerleşmesinden sonra çok sık yaşadı. Irak, 2003’teki Amerikan işgalinden bu yana neredeyse en az iki haftada bir yaşıyor.

Bunun idrakiyle olsa gerek, kimi yorumlar ‘Ortadoğu’ya hoş geldiniz’ başlığını kullanmışlar.

Olayın bir yönü öyle. Daha önce bir vesileyle –Cilvegözü Sınır Kapısı’nda tam üç ay önce meydana gelen patlama üzerine- bu köşede belirtmiş ve mealen şu tespitte bulunmuştuk: “Suriye dosyasına dahil olursanız Suriye de sizin içinize girer.”

Buradan, sakın, “Suriye konusunda yanlış yapıldı. Türkiye, Suriye’den ve Ortadoğu’dan uzak durmalıydı” şeklindeki bozguncu ve Soğuk Savaş dönemi statükoculuğunu benimsediğim sonucu çıkmasın. Türkiye, Suriye’ye ilişkin bir dizi yanlış yapmış olmakla birlikte, bunun alternatifi, Suriye’den ve Ortadoğu’dan ‘uzak durmak’ asla değildi.

Bu nedenle, Reyhanlı’daki patlamaları ve şimdiye dek herhangi bir benzeri olayda görülmemiş yükseklikteki can kaybını, Ortadoğu politikasında ‘etkili bir aktör’ olmanın ‘kaçınılmaz maliyetlerinden biri’ olarak görmek gerekiyor.

Bu, tatsız bir gerçek ama maalesef böyle. Böyle bir maliyetten uzak kalmak için Türkiye’nin Suriye’de olan bitenlerden uzak durması gerekmez miydi?

Hayır, bu mümkün değildi. Türkiye’nin ulaştığı gelişme düzeyi ve uluslararası sistemin içine girdiği kalıp, Ortadoğu’da ‘etkili bir aktör’ olmaktan öteye ona bir şans tanımıyordu. Bu da kaçınılmaz idi.

Hal böyle olunca, bundan sonrası ‘o rolü’ nasıl oynayacağınıza bağlı. Türkiye’nin bu rolü oynarken yanlışlar yaptığı görülüyor. Bununla birlikte, bu rolü ‘hatasız’ oynamanın formülü de ortada yok.
 

Faili ortada


Reyhanlı patlamalarına dönersek, bunun yapıldığı yere, yöntemine ve zamanlamasına bakıldığında, ‘faili’ni tespit etmek pek zor olmasa gerek; elbette ki Suriye rejimi. Bu cins patlayıcı yüklü arabalarla yüksek can kaybına yol açacak eylem türünün, -Lübnan’da yaşamış olanlar gayet iyi bilirler- Suriye’nin ‘özel uzmanlık alanı’ olduğu bilinir.

Reyhanlı, Cilvegözü Sınır Kapısı’na abartmalı bir benzetmeyle bir taş atımlık uzaklıkta. Şehir merkezi, Özgür Suriye Ordusu ve İslamcı direniş gruplarının cirit attığı bir yer haline gelmiş durumda. Bir hafta önce Şam merkezi, rejimin iddiasıyla kimyasal silah merkezlerini hedef alan İsrail bombardımanı sonucu sarsılmış. Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan, Suriye’nin kimyasal silah kullandığının tartışılmaz bir gerçek olduğunu ilan etmiş, kimyasal silah kullanımını ABD için aşılması yasak ‘kırmızı çizgi’ olarak bildirmiş olan Obama ile görüşmeye Washington’a gidiyor. Giderayak, bir Amerikan televizyonuna ABD’nin Suriye’de ‘uçuşa yasak bölge’ ilan etmesini destekleyeceğini de belirtmiş. Bütün bunlardan sonra, Reyhanlı’daki olayın arkasında kim var sorusunu sormanın ne kadar anlamı olabilir?

Zaten ilk tepkilerinde Başbakan Tayyip Erdoğan hariç, Türkiye’nin yetkilileri, adresi bulmuşlar. Başbakan, Reyhanlı’yı Kürt sorununa ilişkin ‘çözüm süreci’ne yönelik bir ‘provokasyon’ nitelemesiyle tuhaf ve ilgisiz bir değerlendirmede bulundu. Belki de mahsus öyle yaptı; bilinmez. Ama İçişleri ve Dışişleri bakanları adresi gösterdiler.

İçişleri Bakanı “Olayın faillerinin tespitiyle ilgili çalışmalar büyük oranda tamamlanmıştır. Saldırıyı düzenleyen örgüt ve mensuplarının Suriye’deki rejim yanlısı El Muhaberat örgütüyle bağlantılı oldukları belirlenmiştir... Menfur hadisenin Suriyeli sığınmacılarla, Suriye muhalefetiyle ilgisinin olmadığı kesindir” dedi.

Adresi doğru belirleyen ama sorunlu bir açıklama bu. ‘Suriye’de rejim yanlısı El Muhaberat örgütü...’ Böyle bir ‘rejim yanlısı örgüt’ yok. El Muhaberat, Suriye’de rejimin belkemiği olan resmi istihbarat kurumunun adı. Menfur hadisenin ‘Suriyeli sığınmacılarla, Suriye muhalefetiyle ilgisi olmadığı kesindir’ tespiti de yanlış. Tabii ki onlarla ilgisi var. Hedef Türkiye ama Türkiye, Suriye muhalefetine ev sahipliği yaptığı ve Suriyeli sığınmacıların cenneti olduğu için hedef.

Nitekim, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Hiçbir gerekçe Türkiye’ye sığınmış masum insanları hedef göstermeyi mazur kılmaz. Bu bir insanlık suçudur” sözleriyle İçişleri Bakanı’nın tam tersi yönde bir değerlendirme yapmış oluyor.

Davutoğlu’nun şu sözleri, Reyhanlı saldırısının ardında niçin Suriye olduğunu ve hedefin Türkiye olarak seçildiğini anlatıyor:
“Kritik bir aşamadayız. Tam Suriye konusu diplomatik bir ivme kazanmıştı. Bunu da biz sağladık. Sonra bu ivme üzerine bütün bölge, Avrupa ve ABD ile bir çaba içine girilmesini sağladık. Bu ivme üzerine Kerry’nin Rusya gezisi zemin buldu. Bugün her şey Putin’in Başbakan Erdoğan’la görüşmesinde gündeme getirdiğimiz formül üzerinde şekilleniyor.”

Davutoğlu’nun bu değerlendirmesi kısmen isabetli. Ama kısmen. Kastettiği, bir yıl önce Cenevre’de Rusya’nın katılımıyla, Suriye’de bir ‘geçiş yönetiminin kurulması’ üzerinde sağlanan mutabakat. Ama Rusya ile Türkiye ve ABD bunu farklı yorumluyorlar. Türkiye ve özellikle desteğindeki Suriye muhalefeti, bunu ‘bir kısım Baas’lı ile olabilir ama Esad’sız geçiş’ diye yorumlarken, Rusya, ‘Esad’sız geçiş’ diye anlaşılmaması gerektiğinin birkaç kez altını çizdi. Diyelim ki John Kerry ile Sergei Lavrov tam da bunu görüştüler ve Erdoğan ile Obama bunu görüşecekler; o takdirde, Reyhanlı saldırıları, başta Türkiye’ye olmak üzere ‘çok yönlü bir mesaj’ olarak anlaşılabilir. 

Şam’ın mesajı


Saldırı, Şam rejiminin krizi kendi toprakları dışına taşıma yeteneğini ortaya koyduğu gibi, Rusya’ya ‘Esad’sız geçiş olmaz’ tezinde ABD’ye ve Türkiye’ye karşı direnmesi için ‘kopya’ veriyor.

Türkiye’ye ise ‘caydırıcı’ bir mesaj ilettiği apaçık. “Her an seni istikrarsızlığa sürükleyebilecek bir pervasızlığa sahibim” demiş oluyor. Böyle davranmak için nereden cesaret alıyor?

Türkiye iç siyasetinin kutuplaşmasından. ‘Çözüm süreci’nin devreye girebileceği yer burası. AK Parti ile ana muhalefet CHP ve MHP öyle bir kutuplaşma yaşıyor ki Reyhanlı ve benzer olaylar bunu derinleştirmeye aday. Bahçeli’nin açıklamasına bakılırsa öyle de oldu. Şam’ın hesabı tuttu.

İkincisi, Şam, tıpkı Obama yönetimi gibi Türkiye’nin Suriye’ye herhangi bir eylemi karşılığında Suriye’ye askeri müdahale gibi bir niyet taşımadığını görüyor. “Gereken karşılık verilecektir” gibisinden bir retorik, bir Türk savaş uçağının 2012 yazında Suriye açıklarında Akdeniz’de düşürülmesinden beri sürüyor. Benzer demeçler Reyhanlı sonrasında da verildi.

Türkiye’yi provoke edip ‘gürleyip gürleyip yağamayan’ bir bölge aktörü olarak göstererek, Şam rejimi, Türkiye’nin karizmasını, bölge çapında çizmeyi de hesaplıyor olmalı.

Elbette, ‘serinkanlılığı yitirmemek’ ve ‘provokasyonlara gelmemek’ gerekli. Ama Reyhanlı’nın ‘faili olarak’ saptanmasından sonra, Suriye’ye, ‘serinkanlı’ bir biçimde ve ‘provokasyonlara’ gelmeden ‘nasıl bir karşılık vermek’ gerekecek?

Bunu, bugün bilen olduğunu sanmıyorum.

Şam da sanmadığı için Reyhanlı benzeri olayların tekrarlanması maalesef ihtimal dahilinde. Suriye, ‘İsrail’i dövemediği’ için ‘Türkiye yumuşak karnı’na vurmayı seçmiş görünüyor.

http://www.radikal.com.tr/yazarlar/cengiz_candar/israile_vuramayan_reyhanliya_nicin_vurur-1133191

13 Mayıs 2013 Pazartesi

Düşman çocukları barışıyor / Behlül Çetinkaya


Behlül Çetinkaya - KÜLLERİNDEN DOĞAN ÜLKE SOMALİ (1) 06 Mayıs 2013, 22:58

Afrika'nın iki yıldır kuraklıkla mücadele eden ülkesi Somali, Türk halkının yardım ve dualarıyla kabustan uyandı. İç savaşın gölgesini de üzerinden atmak isteyen Somalililere yine Türk STK'lar ve TİKA elini uzatıyor. Bölge insanına yeni iş imkanları oluşturarak yardım eden bu kuruluşlar, kavgalı aşiretlerin yetim kalan çocuklarını biraraya getirecek projeleriyle de ülke içindeki parçalanmayı, kucaklaşmaya çevirmeye çalışacak.


Kuraklığın başladığı 2011 yılında Türkiye'nin yardım elini uzattığı Somali, iki yılın ardından toparlandı ve hayat neredeyse normale döndü. Güvenlik sıkıntısını henüz tam manasıyla atlatamamış olsa da sokağa çıkmak kolaylaştı hatta ticari hayat hareketlendi.

Bunun da en büyük etkisi Türk yardım kuruluşları ve kurumların Somali'deki çalışmaları.

Somali'yi Somalililer için daha yaşanabilir bir yer haline getirip, ülkeyi iç savaşın etkilerinden kurtarmak üzere Başbakanlık Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı'nın (TİKA) koordinasyonu ve yardımıyla harekete geçen STK'lar, ihtiyaç olan eğitim, sağlık ve istihdamı büyük ölçüde sağlamaya gayret ediyor. Gençleri düşmanlıktan ve silahlardan uzaklaştırıp yetişkinleri iş sahibi yapmayı amaçlayan STK'ların en büyük adımı ise toplumsal barışı da sağlayacak olan mesleki eğitim okulları ile yetimhaneler.

TİKA'nın Somali Milli Eğitim Bakanlığı ile yaptığı görüşmeler ve STK'ların ülke genelinde yaptığı araştırmalar sonucu ortaya çıkan 'geliştirilebilecek alanlar' çerçevesinde açılan okulların başında Tarım Okulu ile Deniz ve Balıkçılık Okulu geliyor. Aşiretler arasındaki düşmanlığın küçük üyelere etkisini sıfıra indirecek proje ise İHH'nın inşa ettiği Afrika'nın en büyük yetimhanesi… 

Yetimhanede buluşacaklar

IHH, Somali'de en kapsamlı çalışmaları yapan yardım kuruluşlarından biri olarak Afrika'nın en büyük ve en kapsamlı yetimhanesini de hayata geçiriyor. İHH'nın iki yıldır Somali Ofisi'nin başında bulunan Taner Altun'un kontrolünde yürütülen yetimhane inşaatı neredeyse bitti.

Her aşiretten en az 10 yaşındaki yetimlerin kalacağı yetimhanenin eğitim dışında en büyük amacı ülke barışını sağlamak. Altun bu hizmeti 'Her aşiretten birer çocuk seçilecek ve 12 kişilik odalarda yetimler aşiretinin çatışmalı olduğu ya da hiç ilişkisinin bulunmadığı başka aşiretin yetimiyle kalacak. Temiz olan çocuk kalbi böylelikle hiçbir kötülük tohumu ekilmeden diğer aşiretlerle kardeş ilişkisi kuracak. Somali'de barış şimdiki neslin elinden olmayacak belki ama yetimlerin elinden olacak' ifadeleriyle anlattı. 

Hepsi meslek sahibi olacak

Afrika'nın en büyük yetimhanesi olan Mogadişu'daki yetimhanenin ihtiyaçları giderilsin diye bir de otel yaptıklarını belirten Altun, yetimhanenin aynı zamanda yatılı bir okul olacağından söz etti. 'Burada çocuklara hem dini eğitim hem mesleki eğitim verilecek. 10 yaşında buraya giren çocuk 17-18 yaşına gelince meslek sahibi olacak. İş sahibi olması onları silahlardan ve kötü işlerden uzaklaştıracak. Başarılı olanlar üniversiteye yönlendirilecek' diyen Altun, meslek sahibi olan yetimlerin iş bulma noktasında da yine İHH'nın desteğini alacağını sözlerine ekledi. 

Meyve-sebzeyle tanışıyorlar

Somali, dünyanın en verimli arazilerine sahip ülkelerinden biri olarak anılıyor. Ancak savaş ve fakirlik sebebiyle gelişememiş ülke tarımı, sadece sulak arazilerde ve nehir kenarlarında yapılabiliyor. Nehirlerden uzak bölgelerde yağmur suyu varsa tarım var yoksa yok… TİKA ile işbirliği yapan İHH, başkent Mogadişu'da tarım eğitimi verilen Tarım Okulu'nu kurdu. Bir aylık dönemlerle 20 öğrenci eğiten okul sayesinde Somali ilk defa kavun, patlıcan ve zeytin gördü. Sera ve damla sulama teknolojisiyle de ilk defa tanışan Somalililere köylerde yardımlarla açılan kuyu suları kullanılarak tarım yapmak öğretiliyor. Öğrencilere de köyüne döndüğünde tarım yapabilmesi için tohum ve araç veriliyor. 

Eski hocalarla yeni eğitim

Avrupa'daki gurbetçi Türklerin kurduğu Hasene Derneği de İHH gibi eğitim ve istihdamın Somali'deki iç savaşı ve ayrılıkları bitireceğinden yana. Yıllardır Somali'ye insani yardım ulaştıran dernek eğitim ve istihdam adımı olarak 30 yıl önce faaliyet gösteren ama bugün yok olan Mogadişu'nun önemli balıkçılık okullarından birine can veriyor. Türkiye'de kilosu yüzlerce lira olan balıkların yok pahasına satıldığını ifade eden Hasene Derneği'nin Almanya Kuzey Ruhr Bölge Temsilcisi Mustafa Keleş, 'Hangi balık ne zaman avlanır, üreme dönemi nedir, konserve yapılan balıklar nelerdir bunlar bilinmiyor. Kurulacak olan balıkçılık okulunda bunları öğreteceğiz. Bunu da 30 yıl önce kapatılan balıkçılık okulunun müfredatına ulaşıp buranın eski hocalarını ve öğrencilerini bulacağız. Böylece Somali insanının yapısına uygun eğitim vermiş olacağız' dedi. 

Kuraklıkta da tarım yapılır

Tarım Okulu'nun hocalarından Ziraat Mühendisi Sami Dur, okulun amacını 'Verimli olan topraklardan aile ihtiyacını karşılayacak kadar ürün elde edilmesi, gelir sağlanması, kurak şartlarda dahi sebze yetiştirmek' olarak açıklıyor. Dur, 'Ülkede verimli toprak var ama çalışma yapılmamış. Az su kullanılan teknikleri de anlatıyoruz. Tarımı ilkel şartlardan kurtarmak Somali'nin gelişmesini sağlanabilir' dedi. 

Onlar kurtulursa biz de kurtuluruz

Marina Fishery School adıyla kurulan ve inşaatı geçtiğimiz Mart ayında başlayan balıkçılık okulu, Türk denizcilik ve balıkçılık okullarının müfredatını ve projelerini örnek alacak. Hasene Derneği'nin Temsilcisi Mustafa Keleş Somali Milli Eğitim Bakanlığı'nın dernekten balıkçılık okulunu yeniden canlandırmalarını rica ettiklerini belirtti. 'Üç bloktan oluşacak okulun iki bloğunda balıkçılık ve denizcilik eğitimi diğer blokta ise halka mesleki eğitim veren kurslardan olacak. Biz buranın insanına iş ve eğitim verirsek silahları bırakırlar ve kurtulurlar. Onlar kurtulursa da Cenab-ı Hak buraya yardım edenleri kurtarır' diyen Keleş, okulun ücretsiz olarak tüm Somali halkına eğitim vereceğini de sözlerine ekledi. 

Afrika'nın en büyük yetimhanesi

İHH'nın iki yıldır Somali Ofisi'nin başında bulunan Taner Altun'un kontrolünde yürütülen yetimhane inşaatı neredeyse bitti. Her aşiretten en az 10 yaşındaki yetimlerin kalacağı yetimhanenin eğitim dışında en büyük amacı ülke barışını sağlamak. 

Suriye'den kaçtı

İHH'nın kurduğu yetimhanenin inşaatının teknik konularını takip eden kişi Mimar Cüneyd Hamdi… Hamdi, ilk defa iç savaş görmüyor, çünkü o bir Suriyeli. Hamdi, savaş nedeniyle Türkiye'ye kaçtı ve Bursa'ya yerleşti. Bir mimarlık ofisinde işe başlayan Hamdi'nin işverenlerini tanıyan Hasene Derneği yetkilileri sayesinde Somali'deki inşaatın başına geçti. Hamdi, 'Suriye'ye dönmek istiyorum ama çocuklarım Türkiye'de okula başladı. Onlar için Türkiye'de daha iyi bir hayat var' diyor. 

1900 kişiye eğitim

İHH, yetimhane kompleksi inşasının amacını Somali'nin siyasi kaos ortamı sebebiyle mağdur olan yetim çocuklara bakmak ve eğitilmelerini sağlamak, farklı aşiretlere mensup öğrencileri barış içine bir araya getirmek olarak açıklıyor. Kompleks içinde kurulacak birimler çocukların eğitilmesi, yeme-içme ihtiyacı, ibadethane, spor alanı gibi birimleri kapsayacak. Merkezinin yetimhane bölümü 400, okul bölümünün ise bin 500 çocuğa hizmet verecek.

http://yenisafak.com.tr/diziler-haber/dusman-cocuklari-barisiyor-13.05.2013-518488