29 Temmuz 2013 Pazartesi

Hani 'bir daha asla' idi! / Yasin Aktay

YASİN AKTAY

Antisemitizme karşı sürekli olarak ve abartılı derecede işlenen, beslenen ve uluslararası bir değer haline getirilen duyarlılığın en önemli gerekçesi olarak şu düşünceye yer verilir: 'Bir daha asla' hiç bir kavmin başına böyle bir şey gelmesin. Dünya, bu kadar insanlık dışı bir cürme, topluca paylaşılan ve düşülen bir insanlık suçuna bir daha sapmasın ve tabii ki zayıf milletler böyle bir cürmün kurbanı olmasın.

Avrupa'nın her yanına kurulan soykırım müzeleri, çok değil sadece 65-70 yıl kadar önce insanın insana yapabileceği en büyük kötülükleri, sadece Almanları değil, o dönemde bu suça sessiz kalmış bütün insanlığı borçlu çıkaracak bir dersi işlemek üzere tasarlanır. O müzelere giren hiç kimse, kendi doğumundan önce gerçekleşmiş bu vahşetten dolayı kendisini de suçlu hissetmekten neredeyse kendisini alamaz. Bu suçluluk duygusunu bu sistematik ideolojik mekanizmalarla vermenin tek gerekçesi de 'bir daha böyle bir şey olmasın' diye anlatılır.

Yani ne kimse bir daha soykırım, katliam veya insanlık suçu işlemeyi göze alabilsin, ne de bu suçlar işlenirse kimse sessiz kalamasın diye. Çünkü Soykırım söylemlerinin ürettiği utancın bu yolla işlenmesi zaten böyle şeylerin bir daha olmaması için yeterince güvence oluşturacaktı.

Oysa II. Dünya savaşından sonra yaşadığımız onca olayda bu söylemin hiç bir işe yaramadığı görüldü. Öncelikle Nazi Almanya'sının Yahudilere uygulamış olduğu soykırımdan dolayı bütün insanlığı borçlu çıkarmaya çalışan birileri bu borcun nasıl olduysa sadece savaşın bitiminden üç yıl sonra kurulan İsrail devletine ödenmesini uygun gördü. Aynı soykırımın kurbanı olan Çingenelere bu maddi ve manevi tazminattan hiç bir pay düşmedi. Daha sonra Cezayir, Vietnam, Kamboçya, Bosna ve Ruanda'da milyonlarca insanın kısa süreler içinde sistematik biçimde katledilmesine karşı o soykırım müzelerinin telkin ettiği ideoloji hiç bir fayda vermedi.

Dahası soykırımın manevi tazminatına konan İsrail'in Filistin'i işgali, çoğunu katledip bir çoğunu tehcir etmesi ve kalan Filistin'in tamamını bir toplama kampına dönüştürmesine karşı o 'bir daha asla' söyleminin hiç bir faydası olmadı. Bütün bu vahşet sahneleri o demokratik ABD ve Avrupa'nın gözü önünde cereyan etti. Merhum Alia İzzetbegoviç muhtemelen Avrupa değerlerinin bu aşırı propagandasıyla başına gelenlerin aşırı çelişkisini ifade etmek üzere 'Avrupa'da, bu zamanda, Srebrenitsa!' diyerek şaşkınlığını ifade etmişti.

'Bir daha asla' demelerine hiç bir şekilde güvenilemeyeceğini, Bosna'da yeterince gördük, bugünlerde çok daha iyi görüyoruz. Belki bir daha kendi başlarına aynı şeyin gelmemesi için, ama başka kimseye hiç bir yararı olmayan bir tedbir bu. Suriye'de ölü sayısının yüzbini bulduğu ve bu gidişle çok daha büyük sayılara varacağı bir vahşet sürecinden geçiyoruz. Avrupa ve Amerika için ölenlerin ne sayısı ve ne de nasıl öldüklerinin hiç bir önemi yok.

Aynı şeyi bugün Mısır'da da görüyoruz. Tarihinin kaydettiği en büyük demokratikleşme hamlelerini gerçekleştirmekte olan Türkiye'de bir ağaç için yapılan gösterilerde kullanılan biber gazından yaşaran gözler için Beyaz Saraydan tam 17 defa açıklama yapıldı, Avrupa Parlamentosu ise alelacele toplanıp Türkiye aleyhine oybirliğiyle karar aldı. Doğrusu demokratik değerler adına, polis şiddetine karşı dinamik görünen duyarlılık adına, insan hakları ve çevre duyarlılığı adına gurur duyulacak bir tablo. Bu duyarlılık varsa, başımıza bir şey gelmez, dünyanın hiç bir yerinde hiç kimsenin hayatı değersiz değildir demek. Hiç kimseye yapılan zulme artık seyirci kalmayacak bir dünyada yaşıyoruz demek. Ne kadar güzel, değil mi?

İyi de Suriye ve Mısır bu dünyanın bir parçası değil mi? Darbeye darbe diyemediniz de katliama katliam demenizi engelleyen şey ne? Suç ortaklığından başka ne olabilir?

Yaşadığımız dünyanın değerlerinin birileri için bir sermaye oluşturduğunun resmidir bu. O değerler ne kadar politik kazanç üretiyorsa o kadar dikkate değer oluyor.

Bu kadar çelişkili bir dünyanın allanıp pullanması, öyleyken böyle gösterilmesinde ciddi bir göz boyaması, illüzyon gerektiği açık. Darbeyi halkın taleplerine cevap, katliamı, hırçın ve gözünü iktidar hırsı bürümüş göstericilerin intiharı gibi gösterecek bir illüzyon.

Ne yazık ki, günümüzün medya dünyası bu görevi fazlasıyla yerine getiriyor. Sözümona sanatçılar da göz boyayıcı medyanın ürettiği, parlattığı ve lüzumu halinde bu görev için işe koştuğu elemanlardan başkası değil.

Times dergisinde Başbakan Erdoğan'ı diktatör olarak sunan, yüzlerce aracı ve işyerini yakıp yıkan, ulusalcı-faşist eylemleri demokratik ifade hakkı kapsamında gö(ste)ren, olabilecek en rutin demokratik mitingin mükemmel bir örneği olarak Kazlıçeşmeyi de Hitler'in mitinglerine benzeten bir zihin gerçekten çok yaratıcı. Burada gerçekten sanat ve sanatçının günümüz siyasetindeki anlamı üzerine ibretlik bir manzara ile karşı karşıyayız. Sanatçının işi çirkin iktidar entrikalarında bu yüzeysellikte işlere koşulmaya indirgenmiş durumda. Dünyada halihazırda yaşanmakta olan onca gerçekliğe karşı bu kadar kör, sağır, duyarsız kalabilmek, buna mukabil Türkiye'yi bu şekilde okuyabilmek için sanatçı yaratıcılığına sahip olmak gerekiyor. Bu yaratıcılığın sanatı mümkün kılan bir meleke olması bir gerçekse de, insanlığa rehber oluşturacak bir yetkiye konuşlandırılması aslında kim ne derse desin o sanatçıların da bir tercihi değildir. Niyeyse sanatın da üstyapısal işlevi dolayısıyla Marksist bir analize itibar edesim var. Orada görülmesi gereken şey sanatçının hangi sermaye veya güç çevrelerinin hizmetinde olduğudur.

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Dönüp bakınca / İbrahim Tenekeci

İBRAHİM TENEKECİ

İlk yazımızdan bu yana, kardeşlik ahlakına vurgu yapıyoruz. Kardeşlik, arkadaşlık, dostluk. Kayıtlara geçsin diye de, özel isimlerden yola çıkıp yazılar yazıyoruz. Demem o ki, sevdiğimizi sadece söylemeyelim, oturup yazalım. O yazılar, bizlere şahitlik etsin. Sonradan, yanlışa düşmemizi engellesin.

Evet, kardeşliğe inanmak ve bu inancın gereklerini yerini getirmek gerekiyor. Kardeşliğin şartlarını namaz, oruç gibi düşünelim: Vefa, fedakârlık, sevgi, saygı… Çünkü kardeşlik, arkadaşlık, dünyanın kadim tatlarından biridir. İlk üçe rahat girer.

Elbette, işin tatsız tarafları da vardır. 'Dünyada neden vefa umarsanız, ondan cefa görürsünüz' deniliyor. 'Allah hiç kimseyi dostlarıyla imtihan etmesin' diye dua edişimiz bu yüzdendir. Bir de büyükleriyle.
Öte yandan, bencillik, arkadaşlığın en büyük düşmanıdır. Sadece kendisini düşünen kimse, temas ettiği, ilişki kurduğu herkeste üzücü izler bırakır. Karşısındakini insan değil de, imkân olarak görür. Bundan dolayı, hep şunu söylüyorum: Bizi yoran, işler değil, ilişkilerdir.

'İnsanlarla iyi geçinemeyen, imanın tadını alamaz.' Kıymetli bir büyüğümüz böyle demiş. Bu sözün derinliğini ve mesuliyetini kavramadan çıkacağımız her yol / yolculuk, bizi başka yerlere götürür. Kabullenmek gerekirse, gelinen yahut gelinmek üzere olunan yer, işte burasıdır.

***

Murat Menteş, geçtiğimiz cuma günü, arkadaşlık üzerine dokunaklı bir yazı kaleme aldı. Okuduk ve üzüldük. Galiba, hep birlikte yalnızlık çekiyoruz. Müşterek dert.

Sevgili arkadaşım, yazısında, 'arkadaşlık öldü mü' diye soruyor. Ölmemiş olabilir, fakat kan kaybediyor, can çekişiyor.

Menteş'le 1993 yılında tanışmışız. 'Sevdiğim geçiyor gençlik çağları' türküsünün aklımıza bile gelmediği zamanlar.

O yıllarda, edebiyatın gücü, farklı şehirlerden ve mizaçlardan birçok insanı bir araya getirmeye yetiyordu. Yapılan iyilikler, alacak hanesine yazılmıyor, asla karşınıza çıkmıyordu. 'Son bıçaklar' dostlarımıza henüz dağıtılmamıştı.

Sonra büyü bozuldu, iklim değişti. Neredeyse bütün muhitler yıkıldı, ortamlar dağıldı. Önceden buluşulurdu, şimdi ziyarete gidiliyor. Güvenliğe kimlik kartınızı bıraktığınız andan itibaren, hiçbir şey eskisi gibi olmuyor, olamıyor.

Artık beraberlikler yok, çıkar toplaşmaları var. Birbirimizin dilinden 'emin' değiliz. Bana kalırsa, yaşananların özeti, İlhami Atmaca'nın işte bu dizesidir: 'O çocuklar öyle mahzun ağlamaya gittiler.'

Bu sırada, bir şey daha oldu: Kardeşlik ahlakının, hukukunun gereklerini yerine getirmeye çalışanlara ve birbirlerine düşkün / tutkun olmaya gayret edenlere, 'çete' demeye başladık. Garip ama gerçek.

Bugün, insanlar, en çok da birbirlerini üzmek konusunda cömert davranıyorlar. Onaylamadığımız yahut anlam veremediğimiz bir duruma itiraz etmek yerine, hemen hakarete başvuruyoruz. Yazık.

Söylemeden geçmeyelim: Birçok konuda ayrı düşünmemize rağmen, Murat Menteş'le kardeşliğimiz devam ediyor. Bir dostluğu yirmi yıl sürdürmek, her şeyden evvel, karşılıklı maharet ve nezaket gerektiriyor. Sadece iyi gün dostu olsaydık, herhalde bugünlere gelemezdik.

***

Kıymetli olmanın ölçülerinden biri de zora gelmek yahut gelmemektir. Münasebetlerimiz için de geçerlidir bu. Yazmıştık, tekrar yazalım: Zorluk, arkadaşlığın, kardeşliğin, dostluğun en önemli imtihanıdır. Gönül ister ki, bu dersten herkes geçsin, kalan olmasın. Lakin oluyor. İlginçtir, hayat şartları kolaylaştıkça, bazı insanî hususiyetleri göstermek zorlaşıyor.

Yine, zamanla yollar ayrılıyor, öncelikler ve fikirler değişebiliyor. Gördüğümüz şu: 'İşin içinde menfaat varsa, zamana da gerek kalmıyor.' Hem de hemen.

Önceliklerin ve fikirlerin değişmesine diyecek bir sözüm yok. Belki bir soru: Neden?

Peki, nedenler çoğalırken, birçok hassasiyetimiz birer ikişer yıkılırken, ne yapacağız, kimlere gideceğiz?

Pertev Naili Borotav'ın masal ve hikâyelerimizi derlediği Az Gittik Uz Gittik isimli güzel bir kitabı var. (Adam Yayınları, 1992.) Aklıma, nedense, kitapta yer alan şu hikâye geldi:

Karatepeli bir çoban, yolda bir hallaç yayı bulmuş. Bunu arkadaşlarına göstermiş. Hepsi evirmişler, çevirmişler, hallaç yayını bir şeye benzetememişler. O sırada, akıldaneleri de tarladan dönüyormuş, ona da sormuşlar. Adam, hiç düşünmeden, 'bunu bilmeyecek ne var' demiş. 'Devenin kaburga kemiği.' (Sayfa 262)

Son yıllarda gördük ki, bazı şeyleri bildiğini söyleyenler, maalesef, böyle biliyorlar.

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Ruanda'dan sonraki en büyük trajedi


DIŞ HABERLER YENİŞAFAK | 17 TEMMUZ 2013

Dünyanın gözleri önünde Suriye'de devam eden savaşta 100 bin kişi hayatını kaybetti. BM'ye göre, ayda 5 bin kişinin öldürüldüğü, her gün 6 bin kişinin kaçmak zorunda kaldığı Suriye'deki durum, Ruanda'da yaşanan soykırımdan bu yana 'en büyük insani kriz' oldu.


Suriye'de üçüncü yılında devam eden iç savaş 100 bine yakın insanın hayatını kaybetmesine yol açarken, dünyanın gözü önünde yaşanan insani trajedi ise 'dayanılmaz' boyutlara ulaştı. Ayda en az 5 bin kişinin hayatını kaybettiği savaş, son 20 yılın en büyük insanlık dramına sahne oluyor. Diplomatik çözüm arayışları ile geçen üç yılda uluslararası kamuoyu Suriye'deki savaşı görmezden gelirken, ülke içindeki çatışmalar Ramazan ayında da şiddetlenerek devam ediyor. Birleşmiş Milletler'in (BM) açıkladığı son Suriye raporu ise 1994'te Ruanda'da yaşanan ve etkisi günümüze kadar süren soykırımı akıllara getiren verilerle dolu.

RAMAZAN'DA KAN DURMADI

Söz konusu rapora göre her gün 6 bin Suriyeli ağır bombardımandan kaçarak evini terk etmek zoruna kalıyor. Ruanda soykırımını Suriye'de Mart 2011'de bu yana 100 bin kişi hayatını kaybetti, 1 milyon 800 bin Suriyeli de komşu ülkelere sığındı. Ramazan ayının gelmesiyle birlikte yapılan ateşkes çağrıları sonuçsuz kalırken, BM Mülteciler Yüksek Komiseri Antonio Guterres, her geçen gün büyüyen Suriye'deki trajedinin 'katılanılmaz boyutlara' ulaşacağını vurguladı. Türkiye'nin BM Daimi Temsilci Yardımcısı Levent Eler de Suriye krizi için '21. yüzyılın en büyük insanlık trajedisi' dedi.

DÜNYA SURİYE'Yİ UNUTTU

Öte yandan Suriye'deki savaşın bitirilmesine yönelik diplomatik girişimler yine sonuçsuz kaldı. Rusya ve ABD'nin girişimleriyle Temmuz ayında Cenevre'de yapılması planlanan uluslarası toplantının ne zaman gerçekleşeceği bilinmiyor. Özellikle Mısır'daki askeri darbe sonrası dünya kamuoyunun ilgisi Kahire'deki gelişmelere yoğunlaşırken, Suriye'deki savaş gündemin alt sıralarına itilmiş durumda.

100 günde soykırım

Ruanda'da 1994'te 100 gün içinde 800 bin Tutsi ve ılımlı Hutu, aşırı uç Hutular tarafından öldürüldü. Katliam, Tutsi destekli isyancıların Hutu ağırlıklı hükümeti düşürmesi ile son buldu. Ardından güçlenen Tutsilerin öç bahanesiyle saldırması sonucu yüzbinlerce Hutu, komşu Kongo'ya sığındı. Fransa, Hutu hükümetinin en yakın dostu ve destekçisi olması sebebiyle Ruanda soykırımından en fazla sorumlu tutulan ülkedir.

9 Temmuz 2013 Salı

Bursa Camiileri'ndeki Mubârek Ramazân-ı Şerîf'in Yeri


Bursa’da yirmi iki camide Enderun usulü teravih namazı kılınacak

Bursa Müftüsü Prof. Dr. Mehmet Emin Ay,Ramazan ayının paylaşım ayı olduğunu söyledi. Müftü Ay, şehir genelindeki 22 camide Osmanlı döneminde saraylarda kılınan Enderun usülü teravih namazı kılınacağını açıkladı.Prof. Dr. Mehmet Emin Ay, “Osmanlı döneminde kılınan ve 70-80 yıl önce de İstanbul’daki büyük camilerde kılınan Enderun usulü teravih namazı bu sene Ramazan ayında 22 camide kılınacak. Enderun usulü teravih namazı için 16 müezzin ve 3 imam hatibimiz görevlendirildi. Her dört rekat teravih namazı farklı bir makamla kıldırılacak. Bursalı vatandaşlarımızı Ramazan ayı boyunca 22 farklı camiye bekliyoruz. Ayrıca şehir genelindeki 10 camimizde de hatimle namaz kılınacak. İtikaf (Ramazan ayının son on gününde, gece gündüz bir camide kapanıp ibadet etmek) uygulamasını da 35 camimizde uygulayacağız. Ramazan ayının son on gününde, gece gündüz bir camide kapanıp ibadet etmeye, itikâf denir ve bu Peygamber Efendimizin (sas) sünnetidir. Bu, 35 camimizde biz gerekli çalışmaları tamamladık. Faaliyetlerimizi de şehir genelindeki bilboardlardan halkımıza duyuracağız.” dedi.

Enderun Usulü Teravih Programı Uygulanan Camiler
1 Ramazan 09.07.2013 Salı
2 Ramazan 10.07.2013 Çarşamba ULU CAMİ ŞEMSEDDİN ÇOBAN Sadık Uçan
3 Ramazan 11.07.2013 Perşembe KONSER MERİNOS Adem Saygılı
4 Ramazan 12.07.2013 Cuma EMİRSULTAN CAMİİ AYHAN POLAT Hamdi Cansever
5 Ramazan 13.07.2013 Cumartesi MİHRAPLI CAMİİ ORHAN DEMRARSLAN
6 Ramazan 14.07.2013 Pazar YEŞİL CAMİİ ŞEMSEDDİN ÇOBAN
7 Ramazan 15.07.2013 Pazartesi İNEGÖL KONUKOĞLU ULU CAMİ AYHAN POLAT
8 Ramazan 16.07.2013 Salı Çift Ezan
9 Ramazan 17.07.2013 Çarşamba EDEBALİ CAMİİ ŞEMSEDDİN ÇOBAN
10 Ramazan 18.07.2013 Perşembe KESTEL MERKEZ CAMİİ AYHAN POLAT Oğuzhan Kılıç Eyüp İlhan
11 Ramazan 19.07.2013 Cuma İBRAHİM ALTAN CAMİİ ORHAN DEMİRARSLAN Yaşar Irmak Bilal Aydın
12 Ramazan 20.07.2013 Cumartesi M.K.PAŞA FEVZİDEDE CAMİİ ABDULLAH YİĞİT Adem Saygılı
13 Ramazan 21.07.2013 Pazar Abdullah Yiğiit
14 Ramazan 22.07.2013 Pazartesi GÜRSU ORTA CAMİİ ŞEMSEDDİN ÇOBAN İsmail As
15 Ramazan 23.07.2013 Salı FATİH SULTAN MEHMET AYHAN POLAT
15 Ramazan 24.07.2013 Çarşamba GEMLİK ÇARŞI CAMİİ ORHAN DEMİRARSLAN Kaside
16 Ramazan 25.07.2013 Perşembe BAĞLARBAŞI CAMİİ ŞEMSEDDİN ÇOBAN Abdullah Yiğit
18 Ramazan 26.07.2013 Cuma ORHANGAZİ GAZİ ORHAN BEY C. AYHAN POLAT Bilal Aydın
19 Ramazan 27.07.2013 Cumartesi AKŞEMSEDDİN CAMİİ ORHAN DEMİRARSLAN İsmail As
20 Ramazan 28.07.2013 Pazar YILDIRIM CAMİİ ŞEMSEDDİN ÇOBAN Hamdi Cansever
21 Ramazan 29.07.2013 Pazartesi MURAD HÜDAVENDİGAR AYHAN POLAT Oğuzhan Kılıç
22 Ramazan 30.07.2013 Salı MUDANYA DURAN CAMİİ ORHAN DEMİRARSLAN Yaşar Irmak
23 Ramazan 31.07.2013 Çarşamba ZÜMRÜTEVLER CAMİİ ŞEMSEDDİN ÇOBAN
24 Ramazan 01.08.2013 Perşembe YEDİSELVİLER CAMİİ ORHAN DEMİRARSLAN
25 Ramazan 02.08.2013 Cuma İMAM-I AZAM CAMİİ AYHAN POLAT
26 Ramazan 03.08.2013 Cumartesi KADİR GECESİ
27 Ramazan 04.08.2013 Pazar ULU CAMİİ AYHAN POLAT
28 Ramazan 05.08.2013 Pazartesi KONSER MERİNOS
29 Ramazan 06.08.2013 Salı
30 Ramazan 07.08.2013 Çarşamba


Engellilerin İbadete İştirak Edebilecekleri Camiler
  •  BURSA OSMANGAZİ HACIVELİ CAMİİ
  •  BURSA OSMANGAZİ HAMZABEY CAMİİ
  •  BURSA OSMANGAZİ ORHAN CAMİİ
  •  BURSA OSMANGAZİ ULU CAMİİ 
  •  BURSA OSMANGAZİ HACIBAYRAM CAMİİ

Hatimle Teravih Namazı Kılınacak Camiler
  •  BURSA NİLÜFER NİLÜFER TİCARET MERKEZİ CAMİİ
  •  BURSA OSMANGAZİ ORHAN CAMİİ
  •  BURSA OSMANGAZİ DEMİRTAŞ ORG.SAN.CAMİİ
  •  BURSA OSMANGAZİ NAKKAŞ ALİ MESCİDİ
  •  BURSA YILDIRIM HACERULESVED ÇINARÖNÜ MAHL SELAMİ DURUKAN İMAM-HATİP
  •  BURSA YILDIRIM HACERULESVED ÇINARÖNÜ MAHL İSMAİL ÖZKAN İMAM-HATİP
  •  BURSA YILDIRIM İ.HATİP TATBUKAT ŞÜKRANİYE MAHL RECEP DURMUŞ MÜEZZİNKAYYIM
  •  BURSA YILDIRIM İ.HATİP TATBUKAT ŞÜKRANİYE MAHL RECEP KEDERSİZ MÜEZZİNKAYYIM

İtikafa İzin Verilecek Camiler
  •  BURSA NİLÜFER HÜSNÜ DOĞAN İMAM HATİP
  •  BURSA NİLÜFER HASAN YERSİZ İMAM HATİP
  •  BURSA OSMANGAZİ İSMAİL HAKKI TEKKE CAMİİ
  •  BURSA OSMANGAZİ HÜDAVENDİGAR CAMİİ (1.MURAT)
  •  BURSA OSMANGAZİ KANBERLER CAMİİ 
  •  BURSA YILDIRIM FİKRİ BAYHAN İMAM-HATİP
  •  BURSA YILDIRIM DAVUTKADI YENİ CAMİİ

8 Temmuz 2013 Pazartesi

Dağıttıkça Çoğalır Bizim Zenginliğimiz.. Bereket..







IHH takes food packs to every corner of the world

During the holy month of Ramadan, IHH Humanitarian Relief Foundation will take food relief to places where there is severe poverty. Our foundation which will reach out to 81 countries and regions across the world in Ramadan will deliver food packages to the people in need in these countries.


4 Temmuz 2013 Perşembe

Kusur aramak… / İbrahim Tenekeci



İBRAHİM TENEKECİ

Kusur aramak, insanî bir özellik değildir, olamaz. Ayrıca, kusur, görene ayıptır. Boşuna dememişler: 'Kusur arıyorsan, tüm aynalar senin!'

Kusur arayan göz, güzellikleri, incelikleri, hayırlı işleri görmez; görse de göstermek istemez.

Açık aramak, bulmak, belgelemek ve duyurmak; insanın gönül gözünü perdeler, ilham sütünü keser. Tam olarak şöyle: 'Zekâsını başkalarının yanlışlarını bulmaya yoğunlaştıran bir kişi, bir müddet sonra kendi doğrularını da kaybeder.' (İhsan Fazlıoğlu)

Yanlışlar elbette söylenecektir, söylenmelidir. Fakat bunu 'iş' haline getirmemek, yıkıcı ve mahcup edici bir biçimde yapmamak icap eder. İnsanî ve İslamî olan budur.

Bakmamız gereken yer bellidir, sabittir. Ne yazık ki, o büyük ve kadim pencereden bakmak yerine, kendi küçük pencerelerimizi tercih ediyoruz. Böylece, herkesin bir 'bana göre'si oluyor.

'Bana göre'ler arttıkça, ortaya, birlik değil, çokluk çıkıyor. 'Birlikten dirlik doğar' sözünü biliyoruz. Diğerini de.

Bu karmaşa içinde, tam manasıyla kardeşlik de yeşermiyor. Oysa, kardeşlik, bir müessesedir. Bakım ister, disiplin ister, fedakârlık ister. Bu müessesenin yedi gün - yirmi dört saat açık olması lazım gelir. Sadece sıkıştığınız zaman 'gün, kardeşlik günüdür' derseniz, olmaz. Bunun adına 'kardeşlik' diyemeyiz, samimiyetten bahsedemeyiz.

***

Peygamber Efendimiz insandır. Bizim de insan olmamız gerekir.

Allah'ın verdiği en büyük nimet, insanlara hizmet etmektir. Sıralama bellidir: Ümmet, millet, zürriyet. Öte yandan, hizmetin ilk şartı yahut adımı, nefsimizi ıslah etmektir, etmeye çalışmaktır. Bu işler, 'ben, ben, ben' diyerek olmaz. Olur mu?

Benlik, birçok olumsuz özelliği de beraberinde getirir. Sözgelimi, müminler birbirine düşman olamaz, ancak menfaatler birbirine düşman olur. Düşmanlık, ölüm gibi, dünyadaki bütün lezzetleri yıkar.

Düşmanlık, insana bir şey vermez, insandan çok şey alır. Kazandırmaz, kaybettirir. Düşmanlık yoluna giren bir kimse, diyelim ki bir şair, hızla irtifa kaybeder ve bunun örnekleri çoktur.

Milletin değerlerine, kültürüne, aziz hatıralarına düşmanlık eden partilerin ve şahısların durumu da böyledir.

Bir de uyarı: Hakarete hakaretle, öfkeye öfkeyle, yalana yalanla karşılık verirseniz, size bunları yapandan pek bir farkınız kalmaz. Kalır mı?

Denilir ki, neye nasıl bakarsanız, o da size öyle bakar. Bu da her daim aklımızda bulunsun.

***

Menfaat giysisini giyen, başka hiçbir kıyafeti beğenmez. Din, devlet, vatan, millet… Toprağa bile yatırım gözüyle bakar. Artık o, taşınmaz maldır.

Evet, böyle: 'Açgözlülük, çirkin bir vadidir, sonu yoktur; kanaat ise tükenmez bir hazinedir, faydaları çoktur.' (Asâfnâme, sayfa 38)

Bu yüzden olsa gerek, 'bu işte iyi para var' diyenlerden de, 'hangi devirde yaşıyorsun' sorusunu soranlardan da uzak durmaya çalışıyorum. Son zamanlarda, bu soruyu soran kardeşlerimizin sayısında ciddi bir artış olduğunu da söylemek zorundayım. Bütün bunlar, üzülmek için gerekli malzemelerdir.

Tam da burada, dünya malıyla ilgili, nereden okuduğumu hatırlayamadığım bir sözü dillendiriyorum: 'Benimdir deme, yanımdadır de.'

Toparlayalım. On binlerce yıldır dünyadayız. Artık yorulduk. Bu yorgunluk, her vesileyle kendisini gösteriyor: Dikkatsizlik, hazımsızlık, düşmanlık, saygısızlık, duymamak, dinlememek, görmemek, ciddiye almamak, emeğe hürmet etmemek vs. Uzun sözün kısası; kusurluyuz, belki de bu yüzden hep başkalarında kusur arıyoruz.


3 Temmuz 2013 Çarşamba

Bir iktisat tarihinden daha fazlası `Güç ve Refah` `Power and Plenty`




SEYFULLAH ASLAN

Dünya ticaretinin en önemli dönemine ışık tutan 'Güç ve Refah', Arap dünyasında yaşanan siyasî değişimler kadar, Orta Asya, Güney Asya ve Batı'da yaşanan değişimleri de aynı anda odak noktasına koymak suretiyle resmin tamamını görmüş bir kitap olarak başucu eseri sıfatını hak etmektedir.

İktisat tarihi çalışmaları her ne kadar teknik bir hususiyet olarak görünse de toplumların ve devletlerin varlıklarını ortaya koyması bakımından birer insanlık tarihi yahut sosyal tarih olarak da görülebilir.

Ronald Findley ve Kevin H. O'Rourke ortak imzasını taşıyan ve Küre Yayınları tarafından yayınlanan 'Güç ve Refah', ticaret, savaş ve dünya ekonomisini ele alırken toplumların bu üç unsur dışında ve bunlarla beraber ortak kültürel tarihini yazıyor. Ancak belirtmek gerekir ki ticaretin devlet ve toplumların birçok unsurunu aynı anda etkilediği bir durumda ticareti tek başına ele almak olanaksız gözükmektedir.

Oldukça kapsamlı içeriğiyle dikkat çeken 735 sayfalık kitapta on bölüm bulunuyor. Birinci bölümde 'Coğrafi ve Tarihî Arka Plan' başlığıyla dünya ticaretine doğru evrilme sürecinde, 8. asırdan itibaren dünyadaki siyasî sahne ve aralarındaki ilişkiler ele alınırken; ikinci bölümde 'Birinci Binyıl Dönemecinde Dünya Ekonomisi' başlığı altında İslam, Çin, Hint, Doğu ve Batı Avrupa medeniyet havzaları incelenerek ticaretin oluşturmaya başladığı dünya ekonomisinin etkileri üzerine duruluyor.

KÜRESELLEŞMEYE GİDEN YOL

Üçüncü bölümden itibaren kitabın aynı zamanda üst başlığı olan 'İkinci Binyılda Ticaret, Savaş ve Dünya Ekonomisi' bahsine giriş yapılıyor. Üçüncü ve dördüncü bölüm ikinci binyılda artık dünya ticaretinin oluştuğunu, belli başlı limanların, ticaret şehirlerinin öne çıktığını ve emtiaların belli güzergâhlar üzerinden nakledilmesiyle beraber tüm dünyanın kabul ettiği ticaret yollarının oluştuğunu görüyoruz. Aynı zamanda 1500'lerden sonra dünya ticaretini kontrol eden Osmanlı, İspanya, Portekiz ve Hollanda gibi devletlerin ticarî girişimleri bu bölümlerde ele alınıyor.

'Merkantilizm Çağı' beşinci bölümde ele alınırken, altıncı bölümde 'Ticaret ve Sanayi Devrimi' bağlığı altında Sanayi Devrimi'ne ticaretin katkıları ve ticaretin Sanayi Devrimi sayesinde gelişmesi ele alınıyor. Yedinci bölümden onuncu bölüme kadar ise emperyalizm çağının başlamasından küreselleşmeye giden yol inceleniyor.

Güç ve Refah, ele aldığı konu ve dönem dolayısıyla oldukça farklı devirlerdeki değişimleri, olayları görmeye çalışan ve bunda oldukça başarılı olan bir kitap olarak ilgililerine değerli bilgiler veriyor, yeni bakış açıları kazandırıyor.

İkinci binyıl öncesinde Avrupa, Bizans ve İslam dünyasında aynı anda geçerliliği olan, tarım ürünleri ve mamullerin gelişen şehirlerin kazançları arasında önemli bir yer tutması hem söz konusu şehirleri birer transit noktası haline getirerek ticaret rotalarının olgunlaşmasını temin etmiş, hem de şehirlerde önemli bir tüccar sınıfının oluşmasına katkı sağlamıştı. Örneğin Kahire, Basra, Bağdat, İstanbul gibi önemli ticaret şehirlerinden batıya, batıdan gelen mallar da hem bu bölgeye hem de Çin'e taşınıyordu. Avrupa'dan İslam dünyasına köle, kılıç, kürk, gümüş gelirken; İslam dünyasından batıya doğru biber, baharat, tekstil, ipek taşınmaktaydı. Ayrıca Sahraaltı Afrika'dan İslam dünyasına ve Güney Asya'ya altın, köle, fildişi, pirinç, kereste, demir gibi mamul ya da tarım ürünleri ticareti yapılmaktaydı.

Dünya siyasî tarihine dair geliştirilen tezler bir noktada ticarî ilişkileri de tanımlamaktadır. Belçikalı tarihçi Henri Pirenne'in 'Muhammed olmasaydı Şarlman olmazdı' cümlesiyle özetlenebilecek görüşü üzerine yıllardır devam eden tartışmaların değerlendirildiği kitapta Pirenne'in tezine karşı çıkanların görüşlerine şöyle yer verilmiş: 'Pirenne'in tezinin dayandığı temel, hepsinde de Batı'nın Bizans'a bağımlı olduğu papirüs, lüks, kumaş, doğu baharatı ve altın sikke olmak üzere, Batı Avrupa'daki 'dört yokluk'tu. Pirenne, elbette sadece bu maddelerin yok olduğunu değil, zamanlamasının Arap fetihleriyle bağdaştığını ispatlamak zorundaydı.'

DÜNYA TİCARETİ BU KİTAPTA

Arapların her şeyden önce neden batıyla ticareti sınırlamak isteyecekleri ve bunu istedikleri takdirde sınırlama güçlerinin olup olmadığı sorularını ortaya atan Daniel Dennett, Arapların Orta Asya'daki pagan göçerlerden, Hindistan'daki Hindu ve Budistlere, hatta Hıristiyan rakipleri Bizans dahil 'her türden kâfir' ile ticaret yaptıklarını ifade ederek Pirenne tezine karşı çıkmaktaydı. Ancak Pirenne tezine destek verenlerin argümanlarında bir doğruluk payı var gibi görünmektedir. Zira İslam fetihleri süresince Akdeniz ticareti kesintiye uğramış ve azalmıştı. Bu açıdan Pirenne'in tezi İslam fetihlerini küreselleşme karşıtı olarak konumlamaktadır. Ancak İslam'ın yükseldiği dönemde talebin azalıp azalmadığına dair yapılacak araştırmalar, arz edilen ürünlerin fiyatları ve miktarı hakkında daha sağlıklı bilgi edinmemizi sağlayacaktır. Öte yandan fetihler döneminde Batı ve İslam dünyası arasında ticarî ilişkilerin bir şekilde devam ettiği, tamamen kesilmediği söylenebilir.

Dünya ticaretinin en önemli dönemine ışık tutan 'Güç ve Refah', Arap dünyasında yaşanan siyasî değişimler kadar, Orta Asya, Güney Asya ve Batı'da yaşanan değişimleri de aynı anda odak noktasına koymak suretiyle resmin tamamını görmüş bir kitap olarak başucu eseri sıfatını hak etmektedir. İngiltere'de Sanayi Devrimi'nin kıvılcımları çıktığında dünyada nerelerin etkilendiğini, etkilenmiş olabileceğini tartışan ve aynı zamanda fikir üreten bir kitap olarak okurunu metnin dışına doğru da taşırmaktadır.

Küre Yayınları'nın titiz baskısı ve Ahmet Ataseven'in ustalıklı tercümesiyle iktisat tarihçileri başta olmak üzere, tarihçiler, sosyologlar ve diğer ilgili okurun dikkatine sunulan bu eser sosyal bilimciler için bir hazine niteliğinde.

Kitabın künyesi:

Güç ve Refah, İkinci Binyılda Ticaret, Savaş ve Dünya Ekonomisi, Ronald Findley, Kevin H. O'Rourke, çev: Ahmet Ataseven, Küre Yayınları,

İstanbul 2013

http://yenisafak.com.tr/kitap-haber/bir-iktisat-tarihinden-daha-fazlasi-3.7.2013%200-531248





Power and Plenty: Trade, War, and the World Economy in the Second Millennium (Princeton Economic History of the Western World)  
Ronald Findlay and Kevin O'Rourke

Synopsis


International trade has shaped the modern world, yet until now no single book has been available for both economists and general readers that traces the history of the international economy from its earliest beginnings to the present day. Power and Plenty fills this gap, providing the first full account of world trade and development over the course of the last millennium.

Ronald Findlay and Kevin O'Rourke examine the successive waves of globalization and "deglobalization" that have occurred during the past thousand years, looking closely at the technological and political causes behind these long-term trends.

They show how the expansion and contraction of the world economy has been directly tied to the two-way interplay of trade and geopolitics, and how war and peace have been critical determinants of international trade over the very long run. The story they tell is sweeping in scope, one that links the emergence of the Western economies with economic and political developments throughout Eurasia centuries ago.

Findlay and O'Rourke demonstrate the close interrelationships of trade and warfare, the mutual interdependence of the world's different regions, and the crucial role these factors have played in explaining modern economic growth.

"Power and Plenty" is a must-read for anyone seeking to understand the origins of today's international economy, the forces that continue to shape it, and the economic and political challenges confronting policymakers in the twenty-first century.