26 Kasım 2013 Salı

Muhafazakar Kalvenizm! / Akif Emre

AKİF EMRE

İslam ekonomisi tartışmaları tarih olarak hiç de yeni değil. Modern dünyada geçerli ekonomik sistemler karşısında kısaca 'müslümanca bir hayat, iktisadi faaliyet nasıl yürütülebilir' sorusuna aranan cevapların toplamı denilebilir. Her ne kadar ekonomi kavramının içeriği ile İslam bir araya gelince sorunlu bir kavramlaştırma ortaya çıkıyor ise de muhteva arayışındaki kaygıları önemserim. Türkiye dışında farklı coğrafyalarda bu konuda belli bir literatür olmuştu ki nasıl olduysa birden bu arayışlar İslami bankacılık yahut faizsiz bankacılık denilen alana kaydı.

Özellikle 70'lerden sonra petrol gelirleri hayli kabaran Arap ülkelerinin servetlerini nasıl değerlendirecekleri, elde tuttukları sermayenin kullanımını meşrulaştırma sorusalından yola çıkan çalışmalar gündemi rehin aldı. Zaten az sayıda olan ve bir kısmı Batılı üniversitelerde gerçekleşen araştırmalar tümüyle bütüncül İslam iktisadı çalışmalarının yerine finans sorununa indirgendi. Çünkü parası olanlar bir şekilde bu paranın kullanımını meşrulaştıracak gerekçeler arıyordu.

Geçtiğimiz günlerde bir araştırma merkezi (PESA) 'Dindar/Muhafazakar işadamları perspektifinden İslam ekonomisi ve katılım bankaları' başlıklı ilginç bir rapor yayınladı. Muhafazakar olarak tanımlanan, başka bir deyişle Anadolu kaplanları olarak bilinen sermayenin, iş çevrelerinin İslam ekonomisine bakışlarını ortaya çıkarması bakımından, yeterli olmasa da fikir verici bir çalışma.

Çalışmada da ele alındığı gibi; bazı çevrelerde İslam sosyalizmi söyleminin, İslam'ın sosyalist ekonomiyle uyuşması özentisinin geçerli olduğu dönemleri hatırlatır biçimde, serbest piyasa ile İslam'ın iktisadi ilkelerini uzlaştırma çabalarına dikkat çelmek gerekiyor. Bu konuda erken dönemde zihinsel kırılma tehlikesini gören Sezai Karakoç'un küçük ama ilkeler düzeyinde ufuk açıcı kitabının (İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü) hala aşılamamış olması da ayrıca düşündürücü.

Söz konusu araştırmada dikkati çeken husus dört farklı muhafazakar işadamları derneği mensuplarının büyük çoğunluğunun 'İslam ekonomisinin varlığı'na inanıyor olması. Burada temel sorun İslam ekonomisinden neyin anlaşıldığıdır. Kabaca faizsiz işlem ve zekatla sınırlı bir İslam ekonomisi anlayışı ortaya çıkıyor.

Asıl soru İslam ekonomisi ile serbest piyasa ekonomisinin, yani kapitalist sistemin birbiriyle uyuştuğuna inananların oranının yüzde otuzları bulması. Burada dikkatten kaçmaması gereken bir başka husus, işletme kapasitesinin artma oranında İslam'ın piyasa ekonomisine uygun olduğu kanaatinin de artıyor oluşu.

Anadolu sermayesinin ekonomide payı arttıkça cari ekonomik sistemi sorgulama oranının gittikçe düşüyor olması, İslami değerleri önemseyenler açısından, hem teorik bir sorunu hem de pratikte aşmakta zorlanılan bir alanı işaret ediyor. Olay salt faizli-faizsiz kredi ile iş yapmaya indirgendiğinde uzlaşmayı meşrulaştırmak daha kolaylaşıyor. Katılım bankaları denilen sistemin, hiç sorgulanmadan, geleneksel banka sistemine alternatif görülmesiyle iktisadi hayat da gittikçe anlam kaybına uğruyor. Bunun pratik karşılığı, muhafazakar denilen iş adamlarının yarıdan fazlasının gerektiğinde faizli sistemde iş yapmakta bir beis görmemesi.

Faiz, kapitalizm açısından tıpkı emek, servetin biriktirilmesi gibi en kritik konulardan biridir. Faizle iş yapmak konusundaki hassasiyetin örselenmesi ile Anadolu kaplanlarının önünün açılması, piyasada artık varlık göstermeleri arasında neredeyse doğrudan ilişki var. En azından son dönemde yaşanan tecrübe açısından bu sonuca varabiliriz. Piyasa şartları gerekçe gösterilerek başlayan argümanlar sadece faizi sorgulamayı bir tarafa bıraktırmakla kalmıyor; artık bu tür kurumların her tür ilanları, sponsorlukları da sorgulanmaz hale geliyor.

Anadolu'nun muhafazakar iş adamlarına yakıştırılan 'Müslüman Kalvenizm' ya da muhafazakar Kalvenizm ifadesini benimseyen, içselleştiren, savunanlar olduğu gibi, çekinceleri olsa da fiilen bu süreci paylaşanlar da hayli fazla. Nitekim İslami değerlerin ekonomik hayatta yeniden üretilebileceğini söylerken sistem içinde 'rasyonel, faydacı' davranan iş adamlarının durumu yaşanmakta olan dönüşümün en belirleyici göstergelerinden biri.

Muhafazakarların iktidar deneyimleri bağlı oldukları geleneklerle çelişik gibi görünse de 'ekonomik muhafazakarlığın' kapitalizm içinde en dönüştürücü, meşrulaştırıcı bir ideoloji olduğunu dünyadaki deneyimler yeterince kanıtlıyor. Bu araştırmanın yeniden gündemimize getirdiği soru, statükoyu kırıp dönüştürürken muhafazakarların ne türden bir dönüşüm yaşadığıdır. Söz gelimi serbest piyasa kurallarının, yani kapitalist ekonominin, tüm kurumlarıyla bu faydacı anlayış sahipleri tarafından yerleştirildiği gerçeği sorgulanmadan sorunu siyasi kadro meselesine indirgemek esası kaçırmak demektir.

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/AkifEmre/muhafazakar-kalvenizm/42173

12 Kasım 2013 Salı

Diyanet İşleri Başkanı'nın MUHARREM AYI, AŞURE VE KERBELA MESAJI


Her yıl Muharrem’in 10’u, aşure geldiğinde kalbinde iman taşıyan her mümin kardeşimizi bir hüzün ve bir keder kaplar. Zira Hicrî 61. yılın 10 Muharremi, Sevgili Peygamberimizin (sas) “Benim dünyadaki çiçeğim, reyhanım” dediği, “cennet gençlerinin efendisi” olarak tavsif ettiği, Hz. Aliyyü’l-Murtaza’nın, Hz. Fatımatu’z-Zehra’nın ciğerparesi, Hz. İmam Hüseyin Efendimizin ve pek çoğu ehl-i beytten olan 70 kişinin Kerbelâ çölünde şehadete ulaştıkları tarihtir.

Yürekleri dilhûn eden bu acı, dünyanın neresinde olursa olsun, mezhebi, meşrebi, kültürü, coğrafyası ne olursa olsun, Resûl-i Ekrem’e, ashâbına ve ehl-i beyt-i Mustafa’ya muhabbet besleyen her müminin ortak acısıdır. Bizim mersiyelerimiz, muharremiyelerimiz, münacatlarımız, niyazlarımız, kasidelerimiz, ilahilerimiz, nefeslerimiz topyekûn edebiyatımız bunun ölmez şahitleridir.

Şurası iyi bilinmelidir ki, Kerbela hadisesinde Hz. Hüseyin ve arkadaşlarının uğruna can verdikleri yol, Hz. Muhammed Mustafa’nın yoludur. Hz. Hüseyin zulme, zâlime, haksızlığa, ve adaletsizliğe karşı çıkmıştır. Kerbelâ’yı anlamak, Kerbelâ’yı yaşamak, hakka, hakikate, hürriyete ve adalete olmak demektir. Bu itibarla Hz. Hüseyin’in Resûlullah Efendimizin (sas) izinde, soy, sop, aşiret, asalet, makam kaygısı gütmeksizin giriştiği ve canını feda ettiği mücadelesi hepimize örneklik teşkil etmelidir. Hiç kuşkusuz Hz. Hüseyin, Kerbelâ’da şehadetiyle zalimlere üstün gelmiştir.

Kerbela konusunda bugün bizlere düşen Kerbelâ’yı doğru okumak ve doğru anlamaktır. Onu tarihte yaşanmış bir kıssaya, bir mitolojiye, bir efsaneye dönüştürmemek; bu hadiseden dersler ve ibretler çıkarmaktır.

Kerbela hadisesi, bize gücü elinde bulunduranların imandan, ahlâktan, faziletten ve insanlıktan uzaklaştıkları zaman güç uğruna, hiçbir değer tanımaksızın nasıl zalimleşebildiklerini, nasıl cinayet işleyebildiklerini göstermektedir.

Kerbelâ’yı doğru anlamak için bize düşen vazifelerden biri de Kerbelâ’dan bir ayrılık-gayrılık değil bir birlik-beraberlik çıkarmaktır. Bir sevgi, bir muhabbet devşirmektir. Kerbela’yı anlamak Hüseyince yaşamaktır. Yürekleri hiçbir zaman sahra-i Kerbela’ya dönüştürmemektir. Hz. Hüseyin’in en büyük gayesi, kendisinden sonra yeni Kerbelalar yaşanmaması idi. Kerbelâ’nın acısını yüreğinde hisseden hiçbir Müslüman, Kerbelâ şehitlerine bu zulmü reva gören Yezidler gibi düşünemez, Şemirler gibi davranamaz, Zülcevşanlar gibi yaşayamaz. Hele hele Kerbela’nın kerbu belasını bugüne asla taşıyamaz.

Ancak üzülerek şahit oluyoruz ki son yıllarda İslam coğrafyasında yaşanan olaylar mezhebi, meşrebi ne olursa olsun Müslümanların Kerbelâ’yı, Hz. Hüseyin ve arkadaşlarını hala doğru okumadığını, doğru anlamadığını ortaya koymaktadır. Onun içindir ki bugün etrafımızda nice Kerbelâlar yaşanıyor. Kardeş kanı akmaya devam ediyor. Müslümanların izzet ve onuru tarihte hiç olmadığı şekliyle bugün bizzat birbirleri eliyle yok ediliyor. Bugüne kadar suçu hep başkalarında aradık, hep başkalarının sinsi emellerine atıflar yaptık. Ama artık bir kere de kendimize bakıp nerede hata yaptığımızı sorgulamak durumundayız. İnsan yetiştirme düzeneklerimizi yeniden gözden geçirmeliyiz. Ehli kıble tekfir edilmez düsturunu teoriden pratiğe aktarmalıyız. Ve bu gidişata bir dur demeliyiz. Bunun için bugün mezhebi, meşrebi, dili, kültürü, coğrafyası ne olursa olsun dünyadaki bütün Müslümanların yeni Kerbelalar yaşanmaması için ortak bir dil, ortak bir kültür, ortak bir düşünce, ortak bir gönül birlikteliği geliştirmesi gerekiyor.

Bu duygu ve düşüncelerle ümmeti olmakla şeref duyduğumuz Efendimiz Muhammed Mustafa’ya, onun âline, ashabına salat ve selam ediyor; serdarımız Hz. Aliyyü’l-Murteza’nın şahsında bütün ehl-i beyt-i Mustafa’yı, Hz. Haticetü’l-Kübra’yı, Hz. Fatımatu’z-Zehra’yı, Hz. Hasan’ı, Hz. Zeyneb’i, hassaten şehadetinin 1334. yılında şehitlerin serdarı, ser-çeşmesi, seyyidü’ş-şüheda Hz. Hüseyin Efendimizi, Kerbela şehitlerini ve bugüne kadar hak, hakikat, hürriyet, adalet, ahlâk, erdem ve fazilet için, izzet ve şeref için can veren bütün şühedayı rahmet, minnet, şükran, saygı ve tazim yâd ediyorum.

Prof. Dr. Mehmet GÖRMEZ
Diyanet İşleri Başkanı

5 Kasım 2013 Salı

İnsanlar vardır.. / Şems-i Tebrizi


İnsanlar vardır;
Gelip geçerler hayatlarımızdan..
Kimi hiçbir iz bırakmaz ardından,
Kimi hafifçe okşar ruhumuzu,
Kimi de hüzün bırakır ardından..
İnsanlar vardır;
Usulca sokulurlar içimize,
Sonsuzcasına orada kalsın isteriz..
Bazıları serap gibidir,
Yokluğunda hayalleridir gerçeğimiz...
İnsanlar vardır;
Su gibi aziz, su gibi duru..
Konuştukça su olur akarlar kalbimize,
Kan gibi, Can gibi, Canan gibi...
İnsanlar vardır;
Işığı sönmüş yıldızlar gibi çaresizdirler.
Açtın mı kollarını,
Kalbine doldururlar ışığı..
İnsanlar vardır,
Soğuk duvarlar misali
Gülümsemenin sıcaklığını bilmezler,
Bilseler de sevmezler...
İnsanlar vardır,
Gelip geçerler hayatlarımızdan
Kimi depremlerle gider,
Kimi fırtınalarla…
Ben kalanlardan yanayım.
Gitmeyenlerin sadakatini ve sabrını severim,
Sarılıp bırakmayanların sıcaklığını...


Şems-i Tebrizi


4 Kasım 2013 Pazartesi

Bir gün herkes başını örtecek! / Fatma Barbarosoğlu

FATMA BARBAROSOĞLU

I-Cumhuriyet 90 yaşında, ben 50 yaşındayım, kamuda başörtüsü birkaç günlük.
...

II-
...
Biz ergen olmayı bilmedik. Coğrafyamızda genç olmak, evvelinden ölmek demekti. Ölümü kendimize hep yakın bildik. Mezara götürebileceklerimizin derdiyle biriktirdik. Efendimiz ilim Çin'de olsa arayınız buyuruyordu, ilim öğrenmek için üniversiteye gittik.

1983'ün birinci yarıyılının bitmesine az bir zaman kala başörtüsü yasaklandı. Bazı arkadaşlarımız başını açtı, bazıları okulu bıraktı. Biz iki arkadaş ne başımızı açtık ne okulu bıraktık. Saçımızın üstüne siyah bir tülbent onun üzerine sentetik bir peruk onun üzerine file onun üzerine şapka en üste başörtüsü.

Edebiyat Fakültesi'nin kapı görevlisi Hasan Amca'sı vardı. Başörtüsü yasaklanıncaya kadar 'amca' idi sonra başörtüsü avcısı oldu. Kapıda başörtümüzü çıkarır, başımızın üstündeki yüklerle yolumuza devam ederdik.

Bir gün bir polis durdurdu. Bacım böyle giyinmesen herkes sana gülüyor dedi. 20 yaşındaki bir genç kız için zor bir durum olmalı. Ne ki zorluğunu hiç hatırlamıyorum. O an kendimi çok güçlü hissetmiştim.

Allah'ımız var ne gamımız var, o günden bu yana dilimdeki zikirdir.

V-

Başlığa gelince... Saygın iletişimci herkes on beş dakikalığına ünlü olacak demişti.

Bir gün herkes bir şekilde birkaç dakikalığına ya da saatliğine başını örtecek.

Hatta daha şık olmak daha güzel görünmek için başını sürekli olarak örtenler de olacak. Başörtülü olmak için diyet ödemek gerekmiyor. Başörtülü olmanın bonusları var artık. Kıyafetinizi olanca modern tarzda seçip; yüzünüzü kalıcı makyajlarla renklendirip; su geçiren ojeler ile tırnaklarınızı bakımlı hale getirip; 11 punto ayakkabılarınız; altınızda son model bir araba ile dolaşırken taktığınız başörtüsü ile 'fark' yaratmanız daha kolay.

'Marka kardeşliği' tekinsizliğinizi bertaraf edecek iyi bir sığınak. Korkmadan her mekâna girebilirsiniz artık.

Yiyecek ekmek, barınacak yer bulamayan göçmenlere, bir defa giyip bir daha asla yüzüne bakmak istemediğiniz gece elbiseleriniz ile infak eder, kan görmeyi sevmediğiniz için kurbanınızı çek olarak kestirir ve evet Müslümanlar her şeyin en iyisine layıktır anlayışı ile cenneti evvelinden dünyada yaşamaya başlayabilirsiniz.

Yani arkadaşlar! Kendimi de işin içine katarak söylüyorum ki...

Bir zamanlar başörtüsü ile mezun olamamıştık. Lakin korkarım ki ibadet niyeti ile başımızı örtmekte olduğumuz gerçeğini unutarak, 'hicap'tan 'mezun' olmak üzereyiz...