LEYLA İPEKÇİ
BDP Grup Başkan Vekili Pervin Buldan, eşinin katilleri yargılanırken mahkeme salonunda duruşmayı izledi.
Eşi öldürüldüğü gün çocuğunu dünyaya getirmişti uzun yıllar evvel. Şöyle dedi: “Buraya gelirken onların yüzlerine bakabilecek miyim diye düşündüm. Çok rahat bir şekilde bakıyorum onların yüzlerine. Ancak onların benim yüzüme bakamadıklarını görüyorum.”
Evet, görünende görünmeyen var. Hangi yüzle bakmaya, hangi yüzü görmeye talibiz? Nasıl bir bakışla?.. Gökyüzüne bakıyorum, Buldan'ın sözlerinin yaşantımızın canlı tanığı olduğunu, hayatımızın tam kalbine isabet ettiğini görüyorum. Hava yağmurlu. Damlalar yüzüme düşüyor. Gökyüzüne bakmanın insanın içindeki sonsuzluk sezgisine hitap ettiğini düşünürdüm. Bu kez ise sonsuzluğun da bir yüzü olduğunu düşündüm. Öyle bir yüz ki, ezelden ebede bütün yüzleri, daha doğrusu her varlığın yüzünü kendinde topluyor.
Gökte ve yerde ne varsa; her şeyin canlı olduğundan yola çıkarak, her şeyin bir ‘konuşma'sı olduğunu ve Yaratıcısı'nı andığını, zaten bu sebeple var olduğunu hissediyorsak, belki de diyorum, zerreden küreye her varlığın bir yüzü olduğunu tahayyül edebiliriz.
Varlık canlı, varlık elçi; evet. Ve varlık bir mesaj taşıyor. Her şey O'nun yüzünü yansıtıyor. O'nun her varlıkta Kendini seyrettiğini görebilme egzersizi de yaptırıyor bu tahayyül insana.
Bir yanıyla apaçık yüz. Ama bir o kadar da perdeli.
Çünkü her şeyde O'nun yüzünü görebilmek için, varlığa gelmiş tüm yüzlerin bir tür yoklukta olduğunu teslim etmemiz gerek. Yokluğun gözlerine bakmadan, varlığın yüzüne odaklanamıyoruz. Varoluş formatımız bir tür yoklukla tanımlanıyor. Zira hangi yüzümüze tam olarak gerçektir diyebiliriz ki? Şimdiki mi, on dakika sonraki mi, geçmişteki mi? Hangi yüzümüz ‘mutlak' gerçek? Dahası, buna hangi kriterlerle karar vereceğiz? Hal böyle göreceli ve değişken olduğuna göre,
O'nun yüzü dışında tüm yüzlerin helak olmakta olduğunu görebilmemiz için, başka türlü bir bakışa ihtiyaç var.
Geçenlerde yine böyle pencereden göklere bakarken, yere çevirdim bakışlarımı. Yukarısı nasılsa, aşağısı da öyleydi, bunu görmeye çalıştım. Dışarısı nasılsa içim de öyleydi, bunu hissetmeye çalıştım. Sonra yeryüzü diyeceğimi yar yüzü dedim!
Kahır ile lütuf; ikisinin de ‘yar yüzü'nde olduğunu görebildim bir an belki... İnsan yüzü, buradan hareketle ‘yar yüzü'nün en güzel tecelligahı değil midir... İnsan yüzü tüm celal ve cemal sıfatların bütünüyle toplandığı bir mahal olsa gerek. İsimler saf tutuyor bu yüzde. Kimi geçiyor, kimi dinleniyor, kimi ısrar ediyor, kimi geri dönüyor, kimi kaçıyor... Yüzümüzdeki hakikat, değişmeyen öz'den biricik bir cüz olarak kesintisiz varoluşla devran ediyor. ‘Varlığın birliği'ni yansıtma sorumluluğumuz yüzden yüze değişse de, bu evrensel yükümlülük ortadan kalkmıyor.
Şimdi ve her zaman birileri yeryüzünde kanıt getirin diye haykırıyor öte yandan. Delil getirin! Bunu duyduğumda, asıl kanıtın bunu haykıran kişinin yüzü olduğunu görüyorum. Sakladığı, açık ettiği, çekindiği, utandığı, cüret ettiği, çarpıttığı, belli ettiği, etmediği ne varsa... Orada. İnsan yüzü her tür dosyadan da, yazılı belgeden de, sözlü kanıttan da daha fazla şahit gerçeğe.
Nefret ederek hak aramak bizi adaletli davranmaktan uzağa düşürüyorsa... Hak arama hakkımızı nefretin yayılmasını engellemekten öteye koymaya başlamışsak... Her şeyi bu uğurda kırıp döküyorsak... Hakikat üzere ittifak etme gayretimiz nefsin sınırlı terimlerine hapsolmuşsa... Hakka giden yolu tıkayan ‘İsmail'lerimizi bir bir kurban etmemiz gerekiyor olabilir.
Nefret eden yüzlere bakamıyorum ne zamandır. Yüzümüz Hakkı temsil ettiğinin şuurunu yitirmiş sanki. Birbirinden nefret edenler, kalp katliamı yaptıklarını fark edemez haldeler. Nefret ettiğimiz sürece kalbimizdeki nur parıldamıyor. Yüzleri aydınlatamıyor. Olmayanı olmuş gibi, olanı olmamış gibi gösteriyor bu nefret. Baktığımız her şeye kendimizin ya da başkalarının zannı karışıyor. Kurguladığımız gerçeklere bel bağlamakla yetiniyoruz. Razı mıyız...
Nereye bakarsak bakalım ‘yar yüzü'ne baktığımızı ve yüzümüzde ‘yar yüzü'nün tecellilerinin yansıdığını hatırlayarak bakabilmek istiyorum. Yazmak bu gayrete götüren bir vesile sadece bana göre. Sözlerimiz ve eylemlerimiz put olup çıkıyorsa, kelimeler ne niyet olabiliyor, ne amel. Yazabileceğim hiçbir şeyin kalmadığını görüyorum şu an için... “Allah ile beraber başka bir ilaha tapma. O'ndan başka ilah yoktur. O'nun yüzünden (zatından) başka her şey helak olucudur. Hüküm O'nundur ve siz O'na döndürüleceksiniz.” Benden buraya kadar. Hakkınızı helal edin.
http://www.zaman.com.tr/leyla-ipekci/yar-yuzune-bakarken_2176499.html
Not: Vedanin adabi bu olsa gerek. Kelimenin anlami, ifadenin acikligi, fikrin savundugu ancak bu kadar guzel izah edilebilirdi. Masallah. Yureginize saglik ve huzur..