Tez
ÖNSÖZ
Çalışma, Marmara Üniversitesi Orta Doğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü, İSAM, SOAS, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, değerli hocalarım ve arkadaşlarımın kütüphanelerindeki yaklaşık iki yüz eserin, üç tezin ve on makalenin incelenmesi sonucu hazırlanmıştır.
Giriş ve birinci bölüm Güzelyalı'daki evin balkonunda ve odalarında, ikinci ve üçüncü bölüm iki farklı ülkenin Türkiye,İngiltere, üç farklı şehrinin Bursa, İstanbul, Londra kütüphanelerinde, sonuç Van'da Süphan dağının karşısında ve sunum slaytı Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi beşinci katında anneannemle ve güvercinlerle beraber hazırlanmıştır.
Eğitim ve öğretim hayatım boyunca benden yardımlarını esirgemeyen annem Nafia Özyılmaz’a ve tüm aileme, Enstitüye başvuru yapmam noktasında beni gayretlendiren Zekeriya Kurşun Hocama, derslerine katıldığım ve vermiş olduğu bilgilerle ufkumuzu genişleten Ahmet Tabakoğlu Hocama, bu çalışmanın tamamlanmasında büyük emeği olan ve çalışmalarıma destek veren Tez Danışmanım Muzaffer Koç Hocama, tezi okuyarak katkılarını sunan Murat Bayat Hocama, yüksek lisansa başlama ve tezi yazma noktasında ilk adımı atma cesaretini vermiş oldukları için İbrahim Murat Bozkurt, İpek Madi ve Levent Erkekoğlu Hocalarıma, tezin sonuç aşamasında verdiği büyük destek için Ablam Ayşenur Alemdar’a, tezin tashihini yapan Sümeyye Erman’a, öğrencisi olmadığım üniversitelerin kütüphanelerinden yararlanmama ve kitapları alıp incelememe vesile olan Elif Güneş, Maygül Niyazova ve Zeynep Anuska’ya, tez ile ilgili evrak işlerimde yardımcı olan Tuğba İrem Erman ve Bilgi Gemalmaz’a, tezi hazırlama esnasında görüşlerine başvurduğum ve desteklerini eksik etmeyen dönem arkadaşlarım Zeynep Coşkun, Zeynep Balcı, Dilhan Didem, İnsel Balcı ve Fatma Esma Uygun arkadaşlarıma, evinde ve işyerinde tez yazımı için bana her türlü imkanı sağlayan Münire Uysal’a, destekleri için Türkiye ve dünyanın birçok farklı coğrafyasındaki bütün öğrenci kardeşlerime teşekkür eder, şükranlarımı sunarım.
Bu çalışmayı bitirmeyi nasip eden ve tüm zorlukları kolaylaştıran Allah’a sonsuz hamd ile.
Bursa, 2019 Zehra Sert
Günümüzde yeryüzünün imkânlarının kıtlığı sebebiyle insanlar, ilk çağda olduğu gibi açlık korkusu yaşamaktadırlar. Hâlbuki bu korkunun sebebinin kıt kaynaklardan ve yetersiz gıda üretiminden değil bu kaynakların dağıtımında ahlaki ve adil bir dağıtımın gözetilmemesindendir. Gelir dağılımındaki dengesizliğin sebebi insan iradesinin, yanlış değerler uğruna da harekete geçebilmesi ile ilgilidir.
Yönetimlerin, toplumdaki tüm bireyler için sosyal dayanışma ve sosyal adalet içerisinde maddi ve manevi ihtiyaçlarının karşılanmasını ve düzenin korunmasını amaçlanması gerekmektedir. Eğer toplumlarda mutlu yaşam hedeflenirse bireylerin kaygılarından arınmış bir şekilde huzur ve refah içinde yaşamaları sağlanmalıdır. Bu toplumun olaylara bakış açısı sadece maddi ihtiyaç odaklı olduğunda toplumların saadet ve huzur algıları da maddi kaygılara bağlı olarak açıklanabilir. Toplumsal iktisadi sorunlar, maneviyattan ayrıştırılarak sadece maddi mutluluğa indirgenmemelidir. İktisadi bakışta maddi ve manevi değerler denge içinde olduğunda adaletli ve mutlu bir toplum inşa edilebilir.
Bireyler, yaşamları boyunca farklı düzeyde engeller ve kolaylıklarla karşılaşarak kararlar alırlar ve bu kararlar neticesinde hayatlarına yön verirler. Kişilerin hayat boyu karşılaştıkları zorluklar üzerindeki karar alma motivasyonları, bireysel haz ve fayda odaklı olduğunda hedeflerine ulaşmak adına her türlü gayri ahlaki yolu mübah görebilir ve bu yaklaşımın bir sonucu olarak toplumda adalet ve hakkaniyet kavramları ortadan kalkar. Böyle bir algı, inanç ve değerler yapısına sahip olan bir toplulukta; ahlakın, sosyal düzenin, adaletin ve huzurun tesis edilebilmesi de mümkün olamayacaktır.
İnsanlar karşılaştıkları zorluklarda ortak adalet ve hak esasına sadık kalmak adına kişisel haz ve menfaatlerinden vazgeçerek kararlar alırlar. Sonuç aleyhlerine dahi olsa bu yolda yapılan her türlü fedakarlık insan için büyük bir değer iken bunun aksi yönde yapılan her türlü ödün büyük bir kayıptır. Kur’an-ı Kerim bu kimseleri “hayatlarını boş yere heder edenler” olarak nitelendirir. Kur’an-ı Kerim bu kimseleri aynı zamanda hırslı ve hayata düşkün olarak da nitelendirmektedir.
Hukuki önlemler alınmadan malın, belli başlı zenginler arasında dolaşmasının önlenmesi mümkün değildir. Kur’an-ı Kerim’de otuzdan fazla ayette yoksul ve çaresizlerin doyurulması teşvik edilirken kırktan fazla yerde de zekât ve sadakanın farz oluşundan bahsedilmektedir. Yine Kur’an-ı Kerim’de borcunu ödeyenlerin övüldüğü, ödemeyenlerin ise kınandığı görülmektedir. Yetmişten fazla yerde infak kavramı zikredilmekte ve açıklanmaktadır. İnfakın öylesine bir bağış ve sadaka olmayıp aksine muhtaç ve yoksulların asıl hakkı olduğu belirtilmektedir. Bir Müslüman bireyin insanlara faydalı olabilmek için yapmış olduğu bireysel bağış ve gönüllülük esasıyla verdiği sadaka ile sosyal dayanışma gibi yardım faaliyetleri içerisinde bulunması, İslam’daki toplumsal adalet anlayışının en önemli temel taşlarından ve aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’deki en önemli çağrılardan biridir. Yardımlaşma ve hakkı gözetme, toplumların fertleri arasında denge ve bağlılığın korunmasında önemli bir etkendir. Bu, insanlar arasında sevgi ve iyiliği arttırır, kin ve nefretin oluşmasını engeller.
Bireylerin zevk ve hazlarını artırmayı hedefleyen Geleneksel iktisadi zihniyet, toplumsal refah seviyesindeki artışı “daha fazla tüketebilmek” ilkesine dayandırmaktadır. “Seküler” düşünce esaslarına dayanan ve sadece kendi çıkarlarını gözeten bireylerin oluşturduğu “doğal düzen” anlayışında ise bireysel mutluluk toplumsal mutluluğa tercih edilmekte, dolayısıyla böyle bir toplumda dünyevi ve uhrevi saadeti bir arada temin etmek mümkün olamamaktadır.
Önde gelen Antikçağ düşünürleri, insanın eğer kişisel menfaati yoksa gayretini esirgeyeceğini veya yapmış olduğu eserden kendisi kadar gayret göstermeyenlerin faydalanmasını istemeyeceğini; yine insanın kişisel menfaat anlayışı olmadan insandan maksimum verim beklenemeyeceğini açıklamaktadır.
Antik Yunan filozofları, insanın varlıksal yapısını açıklamaya çalışmışlardır. Çatışma ve bunun sonucunda ulaşılan uyum görüşü, karşıtların birliği düşüncesi, adalet ve adaletsizlik açısından diğerlerinden daha önemli olabilecek bir perspektifleri savunmuşlardır. Gerilimi, çatışmayı ve savaşı “karşıtlardaki bütünlük” olarak açıklamakta ve her şeyin temelinin savaş ve kavga olduğu tezini öne sürmektedirler.
Aynı kaynaktan beslendiği aşikâr olan Geleneksel iktisat literatüründe çıkarılan her yeni doktrin, sadece “güçlü olanın hayatta kalması”, “sınıf mücadelesi”, “maksimum tatmin”, “hayatın materyal koşulları” konularına ciddi vurgular yapmıştır. Bireyi toplumun yararı için çalışmasına teşvik ettirecek bir yapı ortaya koymamışlardır.
İslam, “adalet” i insanoğlunun yeryüzünde barışı, dengeyi ve uyumu koruması için ön koşul olarak görmektedir. Bireyin ve toplumun inşası için adalet kavramı İlahi metinlerde de sıkça dile getirilmektedir. Yapı bakımından bireysel özgürlükler, haklar ve yükümlülükler farklı formlarda çeşitli örneklerle aktarılmaktadır. Peygamberler de yaşamları ile bu öğretinin pratikte nasıl yaşanması gerektiğini göstermeye çalışıp uyarmak için geldikleri toplumda bu düzeni sağlamak için gayret sarf etmişlerdir. Bu öğretiler insanların, diğer varlıkların haklarını tanımaları ve sömürmemeleri içindir. Adalet, çatışma ve acıyı bir toplumdan kaldırırken, ihsan da toplumu bir uyum ve anlaşma ile doldurarak ona zarafet, güzellik ve mükemmellik kazandırır. Elinden ve dilinden emin olunan Müslüman, zulümden kaçınır, yaşadığı toplumda güveni sağlar.
Adaletsizliği doğuran en büyük sebepler: başkalarının haklarını görmemezlikten gelerek, bencilliği ve çıkarları hayatın mutlak ilkesi yapmaktır. Yalnızca üretimdeki payları oranında kendi menfaatini sağlayan kapitalist toplumlardaki iktisadi adalet, merhamet duygusu ile denge bulan toplumsal adalet yapısı ile çatışmaktadır.
Sebep-sonuç ilişkisinin ön plana çıktığı görünen modern Batı zihniyetinde, dini düşünceden kopuş görülmektedir. Bütün varlıkların hareketinin Tanrının koymuş olduğu kanunlar çerçevesinde olduğu varsayılan dini düşünce yapısı, seküler yaklaşımlı modern düşünce, Kâinata müdahil olan bir Tanrı anlayışı yerine “kendisini sebep-sonuç ilişkilerinde gösteren” düşünce anlayışı ile yer değiştirmiştir.
Orta Çağ Aydınlanma düşünürleri: “Adaletin daima güçlüden yana olduğu” tezini savunan bir zihniyete sahiptir. Sonrasında ortaya koymuş oldukları tezleri bu anlayış üzerine kurmuşlardır. Yaratılışın doğal nedenlere bağlı olduğunu ve faydanın tercihler sonucu rakam ile ifade edildiği, güçlünün zayıfı ezmesi ile hayatta kalmasının mümkün olabileceği görüşüne dayanan bir “doğal ve materyalist İktisat anlayışı” ile toplumda adil düzenin sağlanabilmesi mümkün görülmemektedir.
İnsan varoluşunu kendine ve yaşadığı evrene fayda sağlama, zarar vermeme ilkesi doğrultusunda Allah’a kulluk ederek insanlara adalet ve ihsanda bulunarak ideal ölçüde gerçekleştirebilmektedir. Aksi takdirde akıllı insan önce kendine sonra yaşadığı evreni zarar verip felakete sürükleme potansiyeline sahiptir. Adaleti, iyiliği, yardımı ve güzelliği öğütleyen Kur’an-ı Kerim’in şu ayetleri buna delil şeklindedir; Nahl Suresi 90. Ayet “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” Maide Suresi 8. Ayet “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.”
İslam, bireye vicdanını ferdi şuurunu uyanık tutarak, güzel huyluluğa, toplumu da yükselme ve ilerlemeye sevk edecek bir inanç sunmaktadır. Yaşadığı toplumun bir parçası olduğu bilinci ile insanı donatırken, insanlığın bir parçası olduğunu da unutmamasını söyler.
İslam, “insanın üretici enerji ve imkanlarını ruh ve madde düzeyinde en yüksek oranla, özgünce gerçekleştirebilmesi” için önündeki alanı açmaktadır. Bu durum toplumun etkinliğinin hızını artırmakta, insana çok değişik seviyelerde üreticilik ve renklilik kazandırmaktadır.
İnsanlar bu dünya hayatında, yararı elde etmek için yardımlaşma ve zararı defedebilmek için dayanışma içinde oldukları sürece hem dünya hem ahiret hayatlarını kazanmış olacaklardır. İslam’ın amacı Kur’an-ı Kerim’de belirtildiği üzere, başlangıcı ve sonu olan dünya hayatındaki insanın bu uzun ve meşakkatli yolculuğunda, insanın doğru bir şekilde hedefe ulaşmasına yardımcı olmaktır.
Kendi kârını maksimize etmek insanlar için birer araçtır. Birbirini güçlü güçsüz gibi sınıflara ayıran toplumlarda düşmanlık, kin ve haset ortaya çıkar. İslam’da güçsüze, zayıfa yardım eden kendisi için istediğini kardeşi için de istemesi gerektiğini öğreten bir anlayış vardır.
Tüm varlık aleminin tek bir iradeden yaratılmış olması, kâinatın parçalarının uyum içinde bulunmasını ve insanın da kâinatın bir parçası olarak uyum içerisinde birbirileri ile yardımlaşmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle İslam’ın bakış açısına göre insanlık, çıkarların ortaklığıyla değil ihtiyaçların ve birbiri ile yardımlaşma ortaklığıyla bir bütündür. Ve böylelikle varlık âlemiyle yardımlaşma vesilesiyle yeryüzünde adalet sağlanacaktır.
Eğitim ve öğretim hayatım boyunca benden yardımlarını esirgemeyen annem Nafia Özyılmaz’a ve tüm aileme, Enstitüye başvuru yapmam noktasında beni gayretlendiren Zekeriya Kurşun Hocama, derslerine katıldığım ve vermiş olduğu bilgilerle ufkumuzu genişleten Ahmet Tabakoğlu Hocama, bu çalışmanın tamamlanmasında büyük emeği olan ve çalışmalarıma destek veren Tez Danışmanım Muzaffer Koç Hocama, tezi okuyarak katkılarını sunan Murat Bayat Hocama, yüksek lisansa başlama ve tezi yazma noktasında ilk adımı atma cesaretini vermiş oldukları için İbrahim Murat Bozkurt, İpek Madi ve Levent Erkekoğlu Hocalarıma, tezin sonuç aşamasında verdiği büyük destek için Ablam Ayşenur Alemdar’a, tezin tashihini yapan Sümeyye Erman’a, öğrencisi olmadığım üniversitelerin kütüphanelerinden yararlanmama ve kitapları alıp incelememe vesile olan Elif Güneş, Maygül Niyazova ve Zeynep Anuska’ya, tez ile ilgili evrak işlerimde yardımcı olan Tuğba İrem Erman ve Bilgi Gemalmaz’a, tezi hazırlama esnasında görüşlerine başvurduğum ve desteklerini eksik etmeyen dönem arkadaşlarım Zeynep Coşkun, Zeynep Balcı, Dilhan Didem, İnsel Balcı ve Fatma Esma Uygun arkadaşlarıma, evinde ve işyerinde tez yazımı için bana her türlü imkanı sağlayan Münire Uysal’a, destekleri için Türkiye ve dünyanın birçok farklı coğrafyasındaki bütün öğrenci kardeşlerime teşekkür eder, şükranlarımı sunarım.
Bu çalışmayı bitirmeyi nasip eden ve tüm zorlukları kolaylaştıran Allah’a sonsuz hamd ile.
Bursa, 2019 Zehra Sert
GİRİŞ
Günümüzde yeryüzünün imkânlarının kıtlığı sebebiyle insanlar, ilk çağda olduğu gibi açlık korkusu yaşamaktadırlar. Hâlbuki bu korkunun sebebinin kıt kaynaklardan ve yetersiz gıda üretiminden değil bu kaynakların dağıtımında ahlaki ve adil bir dağıtımın gözetilmemesindendir. Gelir dağılımındaki dengesizliğin sebebi insan iradesinin, yanlış değerler uğruna da harekete geçebilmesi ile ilgilidir.
Yönetimlerin, toplumdaki tüm bireyler için sosyal dayanışma ve sosyal adalet içerisinde maddi ve manevi ihtiyaçlarının karşılanmasını ve düzenin korunmasını amaçlanması gerekmektedir. Eğer toplumlarda mutlu yaşam hedeflenirse bireylerin kaygılarından arınmış bir şekilde huzur ve refah içinde yaşamaları sağlanmalıdır. Bu toplumun olaylara bakış açısı sadece maddi ihtiyaç odaklı olduğunda toplumların saadet ve huzur algıları da maddi kaygılara bağlı olarak açıklanabilir. Toplumsal iktisadi sorunlar, maneviyattan ayrıştırılarak sadece maddi mutluluğa indirgenmemelidir. İktisadi bakışta maddi ve manevi değerler denge içinde olduğunda adaletli ve mutlu bir toplum inşa edilebilir.
Bireyler, yaşamları boyunca farklı düzeyde engeller ve kolaylıklarla karşılaşarak kararlar alırlar ve bu kararlar neticesinde hayatlarına yön verirler. Kişilerin hayat boyu karşılaştıkları zorluklar üzerindeki karar alma motivasyonları, bireysel haz ve fayda odaklı olduğunda hedeflerine ulaşmak adına her türlü gayri ahlaki yolu mübah görebilir ve bu yaklaşımın bir sonucu olarak toplumda adalet ve hakkaniyet kavramları ortadan kalkar. Böyle bir algı, inanç ve değerler yapısına sahip olan bir toplulukta; ahlakın, sosyal düzenin, adaletin ve huzurun tesis edilebilmesi de mümkün olamayacaktır.
İnsanlar karşılaştıkları zorluklarda ortak adalet ve hak esasına sadık kalmak adına kişisel haz ve menfaatlerinden vazgeçerek kararlar alırlar. Sonuç aleyhlerine dahi olsa bu yolda yapılan her türlü fedakarlık insan için büyük bir değer iken bunun aksi yönde yapılan her türlü ödün büyük bir kayıptır. Kur’an-ı Kerim bu kimseleri “hayatlarını boş yere heder edenler” olarak nitelendirir. Kur’an-ı Kerim bu kimseleri aynı zamanda hırslı ve hayata düşkün olarak da nitelendirmektedir.
Hukuki önlemler alınmadan malın, belli başlı zenginler arasında dolaşmasının önlenmesi mümkün değildir. Kur’an-ı Kerim’de otuzdan fazla ayette yoksul ve çaresizlerin doyurulması teşvik edilirken kırktan fazla yerde de zekât ve sadakanın farz oluşundan bahsedilmektedir. Yine Kur’an-ı Kerim’de borcunu ödeyenlerin övüldüğü, ödemeyenlerin ise kınandığı görülmektedir. Yetmişten fazla yerde infak kavramı zikredilmekte ve açıklanmaktadır. İnfakın öylesine bir bağış ve sadaka olmayıp aksine muhtaç ve yoksulların asıl hakkı olduğu belirtilmektedir. Bir Müslüman bireyin insanlara faydalı olabilmek için yapmış olduğu bireysel bağış ve gönüllülük esasıyla verdiği sadaka ile sosyal dayanışma gibi yardım faaliyetleri içerisinde bulunması, İslam’daki toplumsal adalet anlayışının en önemli temel taşlarından ve aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’deki en önemli çağrılardan biridir. Yardımlaşma ve hakkı gözetme, toplumların fertleri arasında denge ve bağlılığın korunmasında önemli bir etkendir. Bu, insanlar arasında sevgi ve iyiliği arttırır, kin ve nefretin oluşmasını engeller.
SONUÇ
Bireylerin zevk ve hazlarını artırmayı hedefleyen Geleneksel iktisadi zihniyet, toplumsal refah seviyesindeki artışı “daha fazla tüketebilmek” ilkesine dayandırmaktadır. “Seküler” düşünce esaslarına dayanan ve sadece kendi çıkarlarını gözeten bireylerin oluşturduğu “doğal düzen” anlayışında ise bireysel mutluluk toplumsal mutluluğa tercih edilmekte, dolayısıyla böyle bir toplumda dünyevi ve uhrevi saadeti bir arada temin etmek mümkün olamamaktadır.
Önde gelen Antikçağ düşünürleri, insanın eğer kişisel menfaati yoksa gayretini esirgeyeceğini veya yapmış olduğu eserden kendisi kadar gayret göstermeyenlerin faydalanmasını istemeyeceğini; yine insanın kişisel menfaat anlayışı olmadan insandan maksimum verim beklenemeyeceğini açıklamaktadır.
Antik Yunan filozofları, insanın varlıksal yapısını açıklamaya çalışmışlardır. Çatışma ve bunun sonucunda ulaşılan uyum görüşü, karşıtların birliği düşüncesi, adalet ve adaletsizlik açısından diğerlerinden daha önemli olabilecek bir perspektifleri savunmuşlardır. Gerilimi, çatışmayı ve savaşı “karşıtlardaki bütünlük” olarak açıklamakta ve her şeyin temelinin savaş ve kavga olduğu tezini öne sürmektedirler.
Aynı kaynaktan beslendiği aşikâr olan Geleneksel iktisat literatüründe çıkarılan her yeni doktrin, sadece “güçlü olanın hayatta kalması”, “sınıf mücadelesi”, “maksimum tatmin”, “hayatın materyal koşulları” konularına ciddi vurgular yapmıştır. Bireyi toplumun yararı için çalışmasına teşvik ettirecek bir yapı ortaya koymamışlardır.
İslam, “adalet” i insanoğlunun yeryüzünde barışı, dengeyi ve uyumu koruması için ön koşul olarak görmektedir. Bireyin ve toplumun inşası için adalet kavramı İlahi metinlerde de sıkça dile getirilmektedir. Yapı bakımından bireysel özgürlükler, haklar ve yükümlülükler farklı formlarda çeşitli örneklerle aktarılmaktadır. Peygamberler de yaşamları ile bu öğretinin pratikte nasıl yaşanması gerektiğini göstermeye çalışıp uyarmak için geldikleri toplumda bu düzeni sağlamak için gayret sarf etmişlerdir. Bu öğretiler insanların, diğer varlıkların haklarını tanımaları ve sömürmemeleri içindir. Adalet, çatışma ve acıyı bir toplumdan kaldırırken, ihsan da toplumu bir uyum ve anlaşma ile doldurarak ona zarafet, güzellik ve mükemmellik kazandırır. Elinden ve dilinden emin olunan Müslüman, zulümden kaçınır, yaşadığı toplumda güveni sağlar.
Adaletsizliği doğuran en büyük sebepler: başkalarının haklarını görmemezlikten gelerek, bencilliği ve çıkarları hayatın mutlak ilkesi yapmaktır. Yalnızca üretimdeki payları oranında kendi menfaatini sağlayan kapitalist toplumlardaki iktisadi adalet, merhamet duygusu ile denge bulan toplumsal adalet yapısı ile çatışmaktadır.
Sebep-sonuç ilişkisinin ön plana çıktığı görünen modern Batı zihniyetinde, dini düşünceden kopuş görülmektedir. Bütün varlıkların hareketinin Tanrının koymuş olduğu kanunlar çerçevesinde olduğu varsayılan dini düşünce yapısı, seküler yaklaşımlı modern düşünce, Kâinata müdahil olan bir Tanrı anlayışı yerine “kendisini sebep-sonuç ilişkilerinde gösteren” düşünce anlayışı ile yer değiştirmiştir.
Orta Çağ Aydınlanma düşünürleri: “Adaletin daima güçlüden yana olduğu” tezini savunan bir zihniyete sahiptir. Sonrasında ortaya koymuş oldukları tezleri bu anlayış üzerine kurmuşlardır. Yaratılışın doğal nedenlere bağlı olduğunu ve faydanın tercihler sonucu rakam ile ifade edildiği, güçlünün zayıfı ezmesi ile hayatta kalmasının mümkün olabileceği görüşüne dayanan bir “doğal ve materyalist İktisat anlayışı” ile toplumda adil düzenin sağlanabilmesi mümkün görülmemektedir.
İnsan varoluşunu kendine ve yaşadığı evrene fayda sağlama, zarar vermeme ilkesi doğrultusunda Allah’a kulluk ederek insanlara adalet ve ihsanda bulunarak ideal ölçüde gerçekleştirebilmektedir. Aksi takdirde akıllı insan önce kendine sonra yaşadığı evreni zarar verip felakete sürükleme potansiyeline sahiptir. Adaleti, iyiliği, yardımı ve güzelliği öğütleyen Kur’an-ı Kerim’in şu ayetleri buna delil şeklindedir; Nahl Suresi 90. Ayet “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” Maide Suresi 8. Ayet “Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.”
İslam, bireye vicdanını ferdi şuurunu uyanık tutarak, güzel huyluluğa, toplumu da yükselme ve ilerlemeye sevk edecek bir inanç sunmaktadır. Yaşadığı toplumun bir parçası olduğu bilinci ile insanı donatırken, insanlığın bir parçası olduğunu da unutmamasını söyler.
İslam, “insanın üretici enerji ve imkanlarını ruh ve madde düzeyinde en yüksek oranla, özgünce gerçekleştirebilmesi” için önündeki alanı açmaktadır. Bu durum toplumun etkinliğinin hızını artırmakta, insana çok değişik seviyelerde üreticilik ve renklilik kazandırmaktadır.
İnsanlar bu dünya hayatında, yararı elde etmek için yardımlaşma ve zararı defedebilmek için dayanışma içinde oldukları sürece hem dünya hem ahiret hayatlarını kazanmış olacaklardır. İslam’ın amacı Kur’an-ı Kerim’de belirtildiği üzere, başlangıcı ve sonu olan dünya hayatındaki insanın bu uzun ve meşakkatli yolculuğunda, insanın doğru bir şekilde hedefe ulaşmasına yardımcı olmaktır.
Kendi kârını maksimize etmek insanlar için birer araçtır. Birbirini güçlü güçsüz gibi sınıflara ayıran toplumlarda düşmanlık, kin ve haset ortaya çıkar. İslam’da güçsüze, zayıfa yardım eden kendisi için istediğini kardeşi için de istemesi gerektiğini öğreten bir anlayış vardır.
Tüm varlık aleminin tek bir iradeden yaratılmış olması, kâinatın parçalarının uyum içinde bulunmasını ve insanın da kâinatın bir parçası olarak uyum içerisinde birbirileri ile yardımlaşmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle İslam’ın bakış açısına göre insanlık, çıkarların ortaklığıyla değil ihtiyaçların ve birbiri ile yardımlaşma ortaklığıyla bir bütündür. Ve böylelikle varlık âlemiyle yardımlaşma vesilesiyle yeryüzünde adalet sağlanacaktır.