Bir varmış bir yokmuş, şimdiki zaman yani sarı, kırmızı, turuncu yaprakların her rüzgar esişinde uçtuğu zaman içinde, yüreği aynı anda hem batıda hem doğuda olabilen, gece ya da gündüz ailesiyle yürürken ya da diz dize muhabbet etmeyi seven, yürürken durup müzik aleti çalanları dinleyip bahşiş vermeyi de seven, ev taşırken kahve malzemelerinide gönderen ama çok kahve içmek isteyen ablasıyla iki mahalle ötede ki Fransız teyzenin lokantasından kahve almaya ellerinde henüz gazeteye sarmadıkları son iki bardakla gidip kahveden güzel olan Farnasız teyzenin gülümsemesini görüp hoş sözlerini duyan, bir koli yapıp bir parklarda yakalanbaç oynayan, bir okul çıkış saatinde okula gidip bir süt yumurta meyva almaya giden, bir dostlarla buluşup bir bulaşıkları çamaşırları makinaya koyan, bir muhasebe evraklarını ayarlayıp bir çizgi filim izleyen, bir kitap okuyup bir ağaca tırmanan, birşeyler yiyen sincapları seyretmeyi ve köpeklerle sarılmayı seven, salonun ortasında el ele dans ederken ayak bileğini burkan, sabahın kör vaktinde ya da gecenin ortasında inanılmaz güzel seslerle uyanıp yanına koşarak gelen gülen yüzleri gözleri gören, taşınmanın olduğu gün akşam yemeğine davet edip sonrasında iki üç günlük yiyeceklerini yanlarına koyan ablaları olan, henüz işler bitmemesine rağmen ablası tarafından yapılan bir sürprizle inanılmaz güzellikte bir tiyatro performansını seyreden, hayran olup tiyatroda cüzdanını unutan, eve dönüş yolunda telefonundaki çizgi filimleri izleyip hüzünlenen, farklı diyarlarda aynı anda yaşayabilen, bir sürü yeğeni olan, şükreden ve cennete inanan bir teyze yaşarmış. Bu teyzeye sormuşlar cenneti birkez olsun gördünüz mü diye, evet demiş, hemde birkez değil birçok kez, yoksa sizin (kanbağı olsun ya da olmasın) yeğenleriniz yok mu demiş. Masal da burda düşünmüş..
Londra
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder